8.BÖLÜM: YÜZLEŞME

36 18 1
                                    

8.Bölüm: Yüzleşme

'Her mecburiyetin altında isteyerek
gitmek de vardır'

     'Her mecburiyetin altında isteyerek                         gitmek de vardır'

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


><><><><><>keyifli okumalar<><><><><



Sarayın iç kapısı oldukça görkemli altta, üstte ve kulpunun olduğu kısım da oldukça güzel yontulmuş ve cilalanmış yakut ve elmaslar bezenmişti. Kapıya yaklaştıkça değerli taşların ışıltısı daha da artıyordu. Kapının kalan kısımları ise altın kaplama olduğunu düşündüğüm bir sarıyla kaplanmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse o kapıdan içeri değil bir adım atmak havasını solumak bile istemiyordum. Karşıma çıkan görüntüler karşısında kendime hakim olamayıp bir kraliçenin daha canını almak istemiyorum. Hem bu dünya da hem de benim diyarım da aranan olmak istemiyordum. Kapıya tam yetişeceğimiz an da Aesira'nın etrafımda olmadığını gördüm. Her ne kadar gözlerim onu arasa da en sonun da en dış kapının dışında gördüm onu.

"O neden gelmedi?" meraklıydım ve şu an cevap alabileceğim tek kişi Kıan'dı. Kaba biri olduğu için onunla asla konuşmak istemiyordum. "Dedi ya krallıkların arası iyi değil diye" salakmışım gibi bir ton da konuşmuştu ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Bu sefer susacak olursam ona boyun eğdiğimi ve ondan korktuğumu düşünmesini istemiyordum. "Sen bence 'bir kadınla nasıl konuşulur' kursuna gidip uzun senelerce eğitim almalısın" bu sefer küçümser bakışlarla sinir krizlerine sokan taraf ben olmuştum.

Onun kapıyı açması eşliğin de saraya girmiş bulunuyordum. Ama düşündüğümün aksine ne annem olduğunu söyledikleri o kraliçe ne de kral ortadaydı. Onları bıraktım ortalıkta sarayın hizmetlileri bile yoktu. Saray ne kadar boş olursa olsun illa ki bir kişi vardır. Daha önce saraydaydım o yüzden sarayın dinamiğin iyi bilirim. "Bu da ne şimdi?" kaşlarımı çatmış burada neden kimsenin olmadığını anlamaya çalışıyordum.

"Senin için koskoca kral ve kraliçe nöbet mi tutsun istiyorsun?" soruma soru ile karşılık vererek oldukça kaba bir cevap vermişti. Ben onların tek umudu ve tek varisleri değil miydim? Neydi şimdi bu saçmalık? Ya da beni bu diyara getirmek için bir tür yalan ve kurmacadır bu tek varis olduğum olayı. "En başta bir varisim sonrasında misafirim, böyle mi karşılıyorlar beni kral ve kraliçeniz" dediğim de kaşları çatılarak bana döndü. "Onlar benim kralım ve kraliçem değiller ben ateş krallığının tek varisiyim ve tek kralıyım. Mutlak hüküm bana aittir" bu egosuna katlanamıyordum sinirlerim oldukça geriliyordu.

"Anladık, sensin" gözlerimi devirerek büyük salon da dolanmaya başladım. Gözüme çarpan ilk şey merdivenlerin korkuluklarının altın kaplama olup sapsarı bir renkte olmaları. Basamakları ise çok ama çok parlak mermerler oluşturuyordu. "Senin sarayına benzemez burada ki saraylar" hadi ama yine açtı o kaba ağzını. "Benim sarayım değildi o" sert ve uyarıcı bir ses tonuyla çok açık bir cevap verdim. Artık eski diyarımda ki hayatım hakkında hiçbir şey duymak istemiyordum. Canımı ne acıttıysa orada acıtmıştı.

"Demek gelmeye ikna oldun Izel" sesi duymam ile beraber seneler önce kesilmiş o sesin tınısı kulaklarımı okşadı. Arkamı döner dönmez oldukça şatafatlı üç tahtın olduğunu daha şimdi fark ediyordum. Giydiği kıyafetin ihtişamından çok sinirimin ,intikamın duygusu ile yanıp tutuşmuştum. Onun suratını hatta sesini duymamla beraber midemin kasıldığını diyaframımın büzüştüğünü ve ellerimin titrediğini hissetmiştim. Senelerce bir tılsımla kendi eksikliğini kapatmaya çalışmış, beni o gün gözünü kırpmadan terk etmemiş gibi başı dik alnı ak bir şekil de bana o şatafatlı terasından bakıyordu. 

Oldukça mutlu ve yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Ben onun tam aksine kaşlarım çatılmış ellerim tir titriyordu. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. İfadesiz duruşuma ağzımı bıçak açmamasına dayanamamış olacak ki merdivenlerin  mermer basamaklarını giymiş olduğu stiletto ile tıkırdatarak iniyordu . Sarı saçlarını açık bırakmış sağa sola savuruyor, aldığı onca yaşa rağmen yüzünde tek bir kırışıklık yoktu. Bana giderek yaklaşıyor, yaklaşmakla kalmayıp bir an olsun göz temasını da kesmiyordu.

Daha fazla dayanamayıp gözlerimi kaçıran ben oldum ve uzun dakikalardır açık tuttuğum ağzımı çenemin acısıyla beraber kapattım. Yanıma tamamen vardığın da yüzünde ki gülümseme artarken, gözleri daha da fazla ışıldıyordu. Bütün bunlara karşılık ben tepkisizliğimi koruyor olduğum yerden tek bir santim bile kımıldamamıştım.

"Izel..." tamamen dibim de olduğun da ise ellerini ellerimi tutmak için kaldırdı ama ben dakikalardır koruduğum o tepkisizliğime bu sefer mukayyet olamamıştım. Ellerim gerisin geri hızlı bir hareketle savurdum. Yüzünde ki koca gülümseme yavaşça hayal kırıklığına ve kaş çatılmasına dönüşüyordu. Ellerimi tutmak için bir adım daha atmaya yeltendiğim de artık sessizliğime engel olamadım.

"Sakın..." çok sertçe yutkunarak karşımda ki yüzsüzü süzmeye koyuldum. "Sakın bana dokunayım deme" artık onu süzmüyordum nefret ve kin dolu bakışlar atıyordum. Şu an alacağım intikamı çoktan planlamamış olsaydım onun gırtlağına yapışır tek hançer darbesiyle soluğunu keserdim. Onu görmeme rağmen sakin kalmama ben bile inanamıyor bunun için kendimi de tebrik ediyordum.

"Neden böyle yapıyorsun?" sesi öyle ağlamaklı ve hayal kırıklığına uğramış gibi çıkıyordu ki o geceyi unutmuş olsaydım ona inanırdım. Konuşurken sesi çatallaşmış, titreyerek çıkmıştı. Hadi ama! Kimi kandırıyordu bu anne bozuntusu. "Neden mi?" histerik bir gülümsemeyle beraber sesim boğazımın derinliklerinden çıkmıştı. Eminim deli olduğumu düşünüyordu bu durum da güldüğüm için.

"Ben senin annenim" daha o lafını bitirir bitirmez yerinden zıplamasına sebep olacak kadar bağırmıştım. "Değilsin! Ben çocuk değilim her şeyi biliyorum. Beni bir erkek için terk ettiğini biliyorum." sesim bütün içtenliğimle çıkmıştı nefesim kesilmiş, boğazım da koca bir yumru oluşmuştu. Bana 'annenim' derken bir an olsun düşünmemiş miydi? Aslında haklıydı biyolojik olarak annemdi ama ben onu hissetmedikten sonra hiç bir önemi yoktu.

O hüzünlü yüz ifadesi saniyeler içerisinde kayboldu. Onun yerine yüzünde katı ama hala çatılmış kaşları ile bana bakıyordu. Dişlerini sıktığı dudaklarının birbirine sertçe kenetlenmesiyle oluşan buruşukluktan anlaşılıyordu. Bana bu sefer yavaşça ve şefkatle değil hızlıca ve sert adımlarla geldi. Yüzü benimkinin tam dibinde , nefes alış verişlerini hissedebilecek kadar yakındık. "Madem öyle aklın başına gelene kadar tek başına kal" ne dediğini başlarda anlamamıştım ama tek el hareketiyle ardından muhafızlar fışkırınca anladım amacını. Beni sarayın zindanına kapatmak istiyordu ama ben buraya hapsedilmek için gelmedim. Eğer öyle olsaydı benim dünyam da kalırdım orada zaten beni hapsedeceklerdi.

"Sen ne yaptığını zannediyorsun!" muhafızlar her iki kolumdan beni kavramaya çalışırken bağırıyordum. "Bırakın" bu sefer muhafızlara bağırmıştım. O sırada Kıan çok kayıtsız ve ifadesiz her zaman ki tavrıyla dimdik duruyordu. Aesira dövüştüğünde de aynı şekil de davranmıştı. Annem denilen kraliçe beni bir zindana kapatacak kadar acımasız biriydi. Onu annem olarak kabul etmemekle en doğrusunu yapmışım. 

Ama zindan kurtulduğum da ona zindana girmeden zindan hayatını yaşatacağım. Bütün nefret ve kinim onu bulup onu kahredecek. Zamanı geldiğinde onun kalbini kendi ellerimle söküp alacağım.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin