37.BÖLÜM: SİYAH GİZEMLİ ODA

17 4 17
                                    

Gözlerim aralandığında önce her şey normalmiş gibi görünse de durum hiç de öyle değildi. Aşina olduğum o yüksek tavan ve geniş odanın aksine siyah duvarları olan ve penceresiz bir odadaydım.

Hızlı bir şekilde yattığım yerden doğrulduğum da aklımı kaçırdığımı düşünmüştüm. Dün gece Koronia sarayında uykuya dalan ben şu an simsiyah bir oda da uyanmıştım. Gözlerim endişe içinde bir çıkış yolu ararken onunda siyah renkte olması sebebi ile kapıyı yeni fark etmiştim. Kapı, siyah odanın aksine tezat bir şekilde bembeyaz yatağımın yanındaydı.

Parmaklarımla kapının kolunu kavrayarak çevirdiğim de beni hayal kırıklığına uğratan bir sesle duraksadım. Kapı kilitliydi. Kolunu defalarca kez zorlasam da açılmamıştı. Artık son çare olarak kapıyı daha kaba yöntemlerle açmaya çalışacaktım.

Kapıdan bir kaç adım uzaklaştıktan sonra hızla omzumla ileri atıldım. Omzum kapı ile buluştuğunda acı ile haykırdım. Kapı o kadar sağlamdı ki titrememişti bile. Bütün bu aksilikler içinde silahsız olmam da beni daha savunmasız yapıyordu. Dün hiç kıyafetlerimi çıkarmadan uyumuş ve silahlarıma da dokunmamıştım. Şu an üstümde olması gereken silahlarım yokken kıyafetlerimin hala aynı olması beni delirtiyordu.

En sonunda kendi etrafımda dönerek başka bir çıkış yolu aramaya çalıştığımda gözlerim ihanete uğramıştı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Sinirle kapıya tekme attığım da karnıma giren saplantılı acı ile dişlerimi sıktım. Yaram hala tazeydi ve kapıya attığım tekme ile kendini tekrar hatırlatmıştı.

Buradan çıkmak için hiç şansım olmadığını anladığım da parmaklarımı saçıma daldırarak sinirden delirmemek için derin nefes aldım. Buraya nasıl geldiğime dair tek bir fikrim bile yoktu. Dün gece uyuduktan sonra hiçbir şey hatırlamıyordum.

Bunu fiziksel bir gücün yapmış olma imkanı yoktu. Eğer fiziki herhangi bir şey olmuş olsaydı hissetmeme gibi bir ihtimal olması mümkün değildi. Rüzgarın en ufak esintisine karşı uyanan ben, olduğum odadan başka bir odaya taşınınca mı hissetmeyecektim?

Aklımda ki bir kaç şüpheyi yok ettikten sonra artık bunun yalnızca doğa üstü bir şekilde yapıldığına kendimi inandırmıştım. Olağanüstü olması ancak beni bu kadar hissiz kılabilirdi. Koronia sarayına zaten başka şekilde girilmesi imkansızdı. Saray öyle korunaklıydı ki soylu birini bile Kıan'a sormadan geçirmezlerdi. Ancak olağanüstü bir olay o saraya girebilirdi.

İyi de kim? Kim beni böyle siyah bir odaya tıkabilir ki? Üstelik silahlarımı da alıp beni savunmasız bırakmıştı. Ardından aklıma gelen ilk isimle sinirlerim tekrar gerilmişti. Benimle bu diyar da en çok derdi olan elbette Mira'ydı. Bu olayı ondan başkası yapmış olamazdı.

Eminim ki gücümü hanedanımızın hizmetine vermemi isteyecekti ki o toplantı da kaybettiği itibarını tekrar elde etsin. Gücümü verdiğim de tam anlamıyla ona teslim olduğumu ve yönetimini kabul etmiş olacaktım. Ama ölürüm de ona boyun eğmem. Beni hiçbir güç buna zorlayamazdı.

Düşünceler zihnime durmak bilmeden saldırılar düzenlerken başımı salladım. Gözlerimi kapattım ve yere oturdum. Dizlerimi göğsüme çekerek yer de minicik bir şeye dönüştüm.

Saatlerce o pozisyonda hiç hareket etmeden durdum. Ne gelen vardı ne giden. Amaçları beni burada açlıktan öldürmek miydi? Zahmet edip böyle bir odaya koymak yerine direkt zindana atabilirlerdi beni. Sonuçta oraya da kimse gelmiyor ve doğru dürüst yemek verilmiyordu.

Artık sinir ve çaresizlikten kafayı yemek üzereyken dikkatimi dağıtan bir ses kapıdan gelmişti. O sesi nerede duysam tanırdım. Anahtarın kilide oturma ve kilidi açma sesiydi bu. Anlaşılan artık içeri girmeye cesaret eden bir yarım akıllı olmuştu.

Kapı açılırken içeri girenin ayaklarında süzmeye başladım yavaşça kafamı yukarı doğru kaldırarak. Siyah bir elbise ayaklarını kapatacak kadar uzundu. Belini sımsıkı sarmış olan bu elbisenin bir de pırlanta bir kemeri vardı. Omzularının yalnızca başını örten bu elbise köprücük kemiklerini açık bırakıyordu.

Yüzünü tam gördüğümde ise içimden karşı koymakta zorlandığım bir öfke ve öğürme hissi bedenimi ele geçirmişti. Karşımda siyah bir elbiseyle şeytanın boynuzlarını andıran kafasında ki taçla duran Mira'dan başkası değildi. Oturduğum yerden kalkarak Mira'nın ayaklarının dibine tükürdüm.

"Ne o senden daha kurnaz olmam zoruna mı gitti, canım kızım?" önce ayağının dibinde ki tükürüğe bakıp sonra alaycı bir gülümsemeyle bana bakarken. O kadar rahat görünüyordu ki onu tırnaklarımla parçalamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Defol git" kendimden beklemediğim sakinlikle çıkan sesime karşın histerik bir şekilde kahkaha attı. Bunların hepsini beni kışkırtmak için yaptığına eminim.

"Aa ne kadar ayıp, annenle böyle mi konuşuyorsun?" dedi bana doğru bir kaç adım atıp ellerini karnının hizasında birleştirerek.

"Annem değilsin" dedim. Yine aynı sakinlikle kendimi kontrol etmeye çalışıyordum. Ama benim de sabrımın bir sonu vardı ve umarım sınırlarını zorlamazdı.

"Ah elbette öyleyim. Ama keşke biraz benim kurnazlığımdan bir şeyler sana da geçseydi" dedi alaycı ve bıkkın bir tavırla. Kendini çok zeki zannediyordu ama dün gece beni tek adamla öldürtmeye çalışan kadındı bu.

"Eminim şu an dün gece yaptığımdan dolayı aptal olduğumu düşünüyorsun" dedi ve arada nefes alarak tekrar konuştu. "Belki biraz aptalımdır ama senin kadar değil" söylediklerine karşı cevap vermemek için zorlanıyordum. Onunla tek kelime bile konuşmak istemiyordum.

"Ama sana nasıl büyü yaptığımı eminim öğrenmek istersin" dediğinde yere diktiğim gözlerimi ona çevirdim. Gururlu bir şekilde göğsünü kabartmış istediği soruyu sormamı bekliyordu. Ben şaşkınlık içerisinde geçtiğimiz günleri hızlıca gözlerimin önünden geçirirken ona dair hiçbir şey anımsamadım.

"Yalan söylüyorsun" kahkahası odada yankılanırken birden yüzüne bir ciddiyet geldi. Ardından biraz daha ilerleyerek aramızda yalnızca iki adımlık bir mesafe bıraktı.

"Koronia sarayında ki casusum o gün saraydan yalnızca ikinizin çıkacağını bana çoktan haber etmişlerdi" yüzümde ki şaşkınlığı doyasıya izlemek için bir anlık duraksasa da konuşmaya devam etti.

"Ben de hemen peçeli bir birliği peşinizden gönderdim. Ve aralarından üç kişiye seni istediğim zaman yanıma getirtebilecek üç büyülü hançer verdim. Bu hançer bedenine girer girmez tek bir defaya mahsusu nerede olursan ol seni yanıma getirebilirdim" dediğinde bu kurnaz ve sinsi planı karşısında ağzım açık kalmıştı. Sinirle gözlerimi ondan ayıramazken oda da gururla dolanıyordu.

"Peçelilerimin çoğunu öldürmüşsünüz. Açıkçası tebrik ederim iyi dövüşmüşsün. Aralarında kurtulanlar sizi takip etmişler ama sonra kaybetmişler. Bana bir hançeri senin karnına kabzasına kadar girdiğini söylediler." derin bir nefes alarak etrafımda dolanmaya başladı. Ben de bütün bu oyunlara geldiğim için bir yandan kızarken bir yandan onu dinliyordum.

"Açıkçası sana zarar vermek istemezdim ama şartları sen zorladın Izel" adımın dudaklarında ki yankısı beni adımdan nefret ettirmişti. Onunla ilgili olan her şeyden her olaydan nefret ediyordum.

"Neden o zaman beni hemen o gün yanına almadın?" olabildiğince bana yaptığı her adiliği öğrenmeye çalışıyordum. Çünkü bunları duymak bana acı verdiği gibi daha da güçlenmeme sebep oluyordu.

"Güzel soru." dedi kıkırdayarak. "Ama ben yinde de senin bir umut değişebileceğini düşündüm ve toplantıya kadar beklemek istedim. Ama ne yazık ki uslu bir çocuk olmayıp beni yerimden etmek istedin. Ama beni yerimden etmek o kadar kolay değildir tatlı kız. Madem uslanmadın ben de zamanının geldiğini düşündüm ve şu an buradasın" sarf ettiği her sözcük, dudaklarında anlam bulan her kelime ondan daha çok nefret etmeme sebep oluyordu. Bütün yaşadığım onca şeyi düşününce ne kadar da zalim ve acımasız biri olduğunu daha iyi anlıyordum.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now