27.BÖLÜM: DİLEĞİN BULMACASI

15 5 3
                                    

"Hoş geldin, Prenses" dedi. Kıan kırdığı bardağı yere çömelmiş avucunun içine alıyordu. Topladığı parçaları da yanında ki poşete dolduruyordu. Benim kapıyı deli gibi açıp içeri girmemden pek rahatsız olmamış olacak ki tepki göstermeden toplamayı bitirdiği camların poşetini yatağının üzerinde ki masaya koydu.

Bu serin havaya rağmen gecenin prensi olan ayın ışıltısının odasına girmesine izin vererek camı açık bırakmıştı. Ve odasında ki şömine de var gücüyle açık olan pencereye meydan okuyarak odaya ılık bir hava veriyordu. Dışarıdan süzülen rüzgar arada sırada şöminenin sabit ateşini titretiyordu.

Saray denilen o zindandan kurtulmamın üzerinden henüz bir gün geçmemişti ve benim çok uykum vardı ama öncelikle Kıan ile konuşmalıydım.

"İyi misin?" dedim. Yatağında oturduğu yerin hemen yanına oturmuştum.

"Kötü olmam için bir sebep var mı?" dedi. Soruya karşılık soru ile cevap vermişti ve kelime oyunlarından hiç hoşlanmazdım. Bu söz bir çok yere çekilebilecek bir sözdü ve istersem eğer bunu çok yanlış anlayıp şu an onu bu kasvetli ve kül kokan odasında bırakabilirdim. Sanki söylediklerim onun hiç umurunda değilmiş gibi davranıyordu.

"Son söz için özür dilemeye geldim" dedim elimi sırtına yerleştirerek. Ardından hemen elimi sırtından çektim. Beni yanlış anlamasını istemiyordum çünkü ona umut verip sonradan hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. O yüzden elimden geldiğince ona mesafeli davranmaya çalışacaktım.

"Özür dileyecek bir şey yaptığını mı düşünüyorsun?" dedi ve yatağın üzerinde benim oturduğum yerden kendini kaydırarak uzaklaştı. Ben ise yanımdan kaydığı için onun tarafına kayarak arayı kapattım.

"Kıan, beni anlamak zorundasın. Sana hemen güvenemem" dediğimde dudaklarında ki muzip gülümseme beliriverdi birden. Sanki sarhoş gibiydi ve ne dediğimi anlamıyor gibiydi.

"Haklısın bir ilan-ı aşk için bana kul köle olamazsın. Ama senden bunu istemiyorum ki zaten. Sadece birazcık güven" dediğinde derin bir nefes alarak konuşmaya devam ettim.

"Anlıyorum ama yaptıklarını unutmam için bir zamana ihtiyacım var" dedim. Yanlış anlamasından korktuğum için sırtından çektiğim elimi tekrardan sırtına yerleştirdim. "Ama bu zamanın ne zaman olduğunu ben de bilmiyorum" dedim az önce ona dikmiş olduğum gözlerimi odanın serinliği ile dövüşen şöminesine çevirerek.

"Biliyorum" dedi ve sustu. Her hangi bir şey konuşmuyordu. Sadece kabullenmiş bir yüz ifadesi vardı. Onu asıl kıran şeyin aşkına karşılık vermemiş olmam olduğunu da biliyordum.

"Eğer aşk itirafına karşılık vermediğim için-" dedim. Daha lafımı bitirmeme izin vermeden söze girdi.

"Hayır, Izel" dedi sırtında ki elimi kaldırmam için benden biraz daha uzaklaştı.

"Seni anlıyorum ama eğer olmayan duyguları varmış gibi yaparsam daha çok üzüleceksin" dediğim de yine o histerik ve muzip gülümsemesini takındı. Üstünde inanılmaz bir soğukkanlılık vardı ve bu beni oldukça rahatsız ediyordu.

"Izel, biz artık dostuz" dedi ve derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti. "Benim duygularım bitmedi ama bu karşılıklı değilse bastırabilirim" dediğinde sanki içime soğuk su serpilmiş gibi ferahladım ve rahatladım. Konuşmasını bitirmesinin ardından yüzüne kocaman ama bu sefer gerçekten samimi olduğunu hissettiğim bir gülümseme yerleştirdi.

Bütün bu sözlerine karşın kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamıyordum.

"Teşekkür ederim" dediğimde hiç beklemediğim bir şekilde kaslı ve kalın kolları belimi sardı ve beni kendisine çekti. Kafasını omzumun üzerine koyarak derin bir nefes aldı. Omzuma gelen sıcacık nefesi tüylerimi ürpertmeye yetmişti. O an sanki şu an da diyarın en soğuk rüzgarları esse asla üşümeyecek gibi hissediyordum. Şaşkınlıktan hava da kalan kollarımı da onun boynuna dolayarak onu biraz daha kendime çektim ve sardım.

"Hayatımda hep kal" dediğinde sesi boğuk ve hırıltılı çıkmıştı. Ağlıyor muydu yoksa? Kafasını kaldırıp onu rahatsız etmek istemediğim için şu anlık bunu öğrenmesem de olurdu. "Seni seviyorum, Izel" bu sözü bu gece ondan ikinci defa duymuştum ve her seferinde beni ürpertiyordu. Sesi boğuk geliyordu ama kalbi yorgunluğunu haykırırcasına atıyordu. Kalbinin atışını vücudum da hissedebiliyordum. Ve bu beni çok hayrete düşürüyordu.

Uzun süreler bu şekilde kaldık. "Merak etme, ben hep yanında olacağım" dedim. Kıan bu lafımın üzerine belime dolanmış olan kollarını tamamen boşluğa bıraktığında kafamı çevirip yüzüne baktım. Gözleri kapanmıştı ama nefesi hala omzumu okşuyordu. Kafasının arkasına elimi yerleştirerek yavaşça onu yatağına serbest bıraktım. Kokusu aynı odası gibi kül ve ateş kokuyordu. İçimi sımsıcak etmişti.

Yataktan yavaşça kalkıp kapının kolun kavradığımda yerimde zıplamama neden olan bir ses doldu kulaklarımda. "İyi geceler, Prenses" Kıan kalktığımı fark etmişti. Ben de buna kayıtsız kalamayarak karşılık verdim. "İyi geceler, Kıan" dedim ve kolunu kavradığım kapıdan, odanın dışına attım kendimi. Kafamı odanın kapısına yaslayarak odanın kasvetinden dolayı uzun zamandır doğru dürüst alamadığım nefesi kapının önünde verdim.

Bu gece uyumak gibi bir niyetim yoktu. Hele bu son olaydan sonra...

Çok yorgundum ve çok fazla uykum vardı ama bu son olaydan sonra daha çok yorulmama rağmen uykumdan eser kalmamıştı. Düşündüğüm tek şey yüzüktü ve ona bir daha nasıl ulaşabileceğimdi. O yüzük eğer benim ise onunla bir bağ kurmamın bir yolu olmalıydı. Ama bunu bilmiyordum. Ya da böyle bir şey yoktu.

Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde penceremden süzülen serin rüzgar yüzümü okşadı. Biraz üşüdüğüm için penceremi kapattım ve şöminenin önünde ki sallanan sandalyeye oturdum. Ateşten süzülen hafif duman ve kül kokusu beni inanılmaz bir şekilde rahatlatıyordu. Az önce Kıan'ın odasında bu koku yüzünden nefes alamazken şu an bu beni rahatlatıyordu. Belki de orada nefes almamamın sebebi ortamın gergin olmasıydı.

Ateş her hareketimden oluşan hafif esintiyle birlikte titreşiyor ve odamın devasa duvarlarında ki gölgemi de onunla birlikte titretiyordu. Titreyen gölgemi izlerken odanın içinde küçük bir kitaplığın en köşesinde ki kitabı gözüme kestirdim. Oldukça dikkat çekici görünüyordu ve asıl dikkatimi çeken şey ise kitabın adıydı. Mutlak Dilek Yüzüğü...

Küçük kitaplığın önünde dizimin üzerinde durarak eğildim ve kitabı aldım. Aklımdan geçeni umarım burada bulabilirdim. Bir şekilde yüzüğü bulmanın bir yolu vardır belki burada. Ya da sadece adı öyle olan kurgu bir hikayedir. Kitabın kapağında bir yüzük vardı ama bu yüzük Mutlak Dilek yüzüğü değildi. Farklı bir yüzük vardı ama temsili olduğunu düşünüyordum. Sonuçta sahibinden başkasına görünmemiş. Kapakta ki yüzük yüzüğümü andırıyordu ama kesinlikle o değildi. Anlatılanlar ışığında çizilmiş bir resim olduğunu düşünüyordum.

Kitabın kapağında ki tozları elim ile sildikten sonra kapağı tamamen açtım. Kitabın adının yüzük ile ilgili olmasına rağmen ilk sayfasında bir kolye vardı. Kolyenin altında da Enjolya Koruyucu kolyesi diye kolye tanıtılmış. İlgimi de çekmişti açıkçası. Okumaya başladığımda bu kolyenin sahibinin Kraliçe Azura, Kraliçe Sola ve Prenses Erila olduğu yazıyordu. Diğerlerinin kraliçe Erila'nın prenses olarak anılması gözüme batmadı değildi. Okumaya devam ettiğim de Kraliçe Azura'nın babasını tahttan indirirken Prenses Erila'nın da o operasyonda olduğu ve bu sebeple öldüğü yazıyordu.

Canı pahasına arkadaşını desteklemiş olması ona ayrıca ilgi duymama sebep olmuştu. Kıan Kraliçe Azura gibi bir annesi olduğu için gurur duyuyor olmalıydı. Kraliçe Azura'nın kırmızı ve babası Kral Sky'ın sarı saçları olmasına rağmen Kıan siyah saçlıydı. Büyükbabası ya da büyük annesine çekmiş olmalıydı.

Saatlerdir kitabın sayfalarını karıştırıyor ilgimi çeken yerleri okuyordum ama hala asıl aradığım şeyi bulamamıştım. Kitabın son üç sayfasına geldiğimizde son ümidimle o sayfayı da çevirdim ve yüzümde ki umutlu bekleyiş nihayete erdi. Sonunda aradığım yüzük ile ilgili bir kaç sayfa ayrılmıştı bu kitapta.

Kitabın ilk sayfasında kalın bir şekilde yazılmış bir yazı vardı:

Kehaneti çözersen eğer, yüzük o zaman bulur değer.

Senin için ölümü kim göze alır, yüzük işte o zaman dileğini yaşatır.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Où les histoires vivent. Découvrez maintenant