16.BÖLÜM: OK VE YAYIN KEHANETİ

12 6 1
                                    

"Yaklaş" dedi eliyle yaklaşmamı işaret ederek. Ben önce Aesira'ya baktığımda kafasını sallayarak yaklaşmamı doğruladı. Sonuçta ben tanımıyordum ve Aesira'nın bu kadın ile de daha önce iletişimi olmuştu.

Ayaklarımı ahşap zemine sürüyerek yaşlı kadına yaklaştım. Kolumdan kavradığı gibi dizlerime çöktürdü beni. Kolumu çektiği an da omzum yerinden çıkacakmış gibi hissettim. Saniyelerce bir şey yapmadan öylece gözlerime baktı. Arada sırada ağzını açıp konuşacakmış gibi olsa da susuyordu.

"Yalancı" dedi kadın kaşlarını çattıktan sonra, kaşlarını eski haline getirerek. Ne anlatmaya çalıştığını bir türlü anlayamamıştım. "O seni kandırdı değil mi?" dediğinde Kıan'dan bahsettiğini anlamıştım. Yine kendimden nefret etmeme sebep olacak bir şekilde gözlerim dolmuştu. Onun adını duymak, onun adını anmak kendimi aptal hissetmeme ve beni dün düşürdüğü durumu hatırlamama yetiyordu. Evet dercesine başımı salladım. O da ellerinin arasına başımı alarak göğsüne yasladı. Bana anne gibi davranıyordu nedenini anlamadığım bir şekilde.

"Kalbini kırmışlar" dedi benden ayrılıp eli köprücük kemiğime giderken. "Saklamakta haklısın, güçlü durmak için yapmalıydın da." Dedi ama ben yine bir şey anlayamıyordum.

"Üzgünüm ama hiçbir şey anlayamıyorum" dedim artık dayanamayarak.

"Boynunda ki pençe izleri içinde ki vahşeti simgeliyor Izel" dediğinde kadının sesinden etkilenmiş olmalıyım ki tüylerim ürpermişti. "Köprücük kemiğinde ki ok sensiz Izel" dediğinde Aesira'ya istemsizce bakmaya çalışmıştım. "Yay ise senin sadece melez bir krallığın varisi olmadığını simgeliyor. Bir oku fırlatmak için güce ve yaya ihtiyaç vardır. İşte yay da içinde saklı olan farklı bir gücü simgeliyor Izel" dediğinde sembollerin ne anlama geldiği dışında başka bir şeye anlam verememiştim. Kafamda ki soru işaretlerine bir çözüm aramak için geldiğim bu kahine, kafamda ki sorular daha fazla artmış olarak geri dönüyordum. Odanın kapısından çıkarken bir kez daha yankılandı kadının sesi kulaklarımda. "Sen Petril'in kurak topraklarına düşmüş bir yağmur damlası, Petril' de ki zalimlerin kavurucu ateşisin" dediğinde Aesira'ya dönüp baktım ama Aesira hiçbir şey duymamıştı. Ses her neyse sadece ben duymuştum ve bu bile çok fazla tedirgin olmama sebep oluyordu.

Kafamı yaşlı kadına döndüğümde yüzünde ki buruşukluklara aldırmayarak göz kırptı.

"Seni tılsımlamışlar Izel. Biri seni kendine bağlamış" dediğinde istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Kim beni kendine bağlamış olabilirdi ki?

Kadın yanında ki mumun ateşini iki parmağının arasına alarak söndürdü. Çıkan dumanı elleri arasına hapsederek şekil vermeye başladı. Bir kadın vardı dumanların oluşturduğu. Ötede, çok ötede de bir diyar oluştu. Kadın tek el darbesiyle diyarı yerle yeksen etti. Ardından avcunu açarak avucuna üfledi ve diyar tekrardan şekillenmeye başladı.

Aesira ve ben şok olmuş bir şekilde birbirimize bakıyorduk artık. Dillerimiz düğümlenmiş, ne diyeceğimizi bilmiyorduk.

Arkama son kez yaşlı kadına baktım ve arkamı dönerek evden çıktım.

Saraya döndüğümüz yol boyunca atın üzerinde her ne kadar zor olsa da kadının dediklerini düşündüm. Dediklerinden kendime bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordum ama kadın sanki labirentte ki bütün çıkışları kapatmış gibi hissediyordum. Oysaki kadının yanına labirentin kapalı yollarını açması için gitmiştim.

Saraya geldiğimizde atın üzerinde yol aldığımız için kıçım oldukça acımıştı. Attan atlayarak bir oh çektim.

"Sonunda" dedim ağzım kulaklarımda bir biçim de Aesira'ya dönerken. Ama Aesira benim aksime mutlu görünmüyordu. Onunla birlikte benimde yüzümde ki gülümseme soldu. "Ne oldu?" dedim ona yaklaşıp suratına iyice bakarak.

"Izel, biri seni tılsımlamış" dediğinde suratına doğru bir kahkaha atmak istedim ama kabalık etmek istemedim. Ben bunu o kadar dert etmezken yüzünü somurtacak kadar onun dert etmesi garibime gitmişti.

"Farkındayım" dedim dilimle dudaklarımı ıslatarak. "Korkmana gerek yok ben kendimi koruyabilirim" dedim ellerini kavrayarak. Benim için endişeleniyor olması hem hoşuma gidiyordu hem de beni üzüyordu.

Salona girdikten hemen sonra daha fazla bu konuyu konuşmak istemediğim için hızlıca merdivenleri arşınlayarak odanın kapısında buldum kendimi. Kapıyı araladığım da karşımda gördüğüm şahıs kanımın kaynamasına sebep olmuştu. Hala ne yüzle karşımda durduğunu sorguluyordum içten içe.

"Hala ne yüzle buraya geliyorsun?" dedim Kıan'ın üstüne yürüyerek. "Bu kadar yüzsüz olmamalısın" dedim gözlerimi kısıp iğrenir bir şekilde ona bakarak. Çünkü gerçek anlamda yüzünü görmek öğürmeme sebep oluyordu.

"Izel beni dinlemen la-" daha lafını bitirmesine izin vermeden sözünü kestim.

"Dinlemeyeceğim!" diye bağırdım. Sonra sesimi kontrol etmek istercesine gözlerimi kapatıp bir defa derin bir nefes aldım ve verdim. "İstemiyorum Kıan, git buradan" dedim bu sefer daha sakin bir şekilde konuşmaya çalışarak. Böyle konuşmaya çabaladıkça çenemi daha çok sıkıyordum.

"Bak anlattıktan sonra nasıl istersen öyle düşünebilirsin" dediğinde ellerimi belimde birleştirerek kaşlarımı havaya kaldırdım.

"Kıan, senin beynin almıyor mu? İstemiyorum" dedim oldukça bıkkın ve göz teması kurmamaya çalışarak. "Yaptığın şeyi, hiçbir bahane ile örtemezsin" dedim kendimden beklemediğim bir şekilde sakin konuşarak.

"Pekala, ister dinle ister dinleme anlatacağım" dediğinde artık sabrımı denediğini düşünmeye başlamıştım. Sırf kendini rahatlatmak için yaptığı aptallığı, kendince haklı bulduğu sebeplerle örtmeye çalışacak olması, beni ondan daha çok itiyordu ama farkında değildi.

"Hayır Kıan istemiyorum" dedim onu kolundan kavrayıp odanın kapısından dışarı attığım da. "Ne dinleyeceğim ne de anlatacaksın" dedim kapıyı arkamdan sertçe kapatarak. Arkamı döndüğüm de yine karşımda duruyordu. Unutmuştum onun geçiş yapabildiğini.

"Dinlemeni istiyorum, Izel" dedi bu sefer iki eliyle beni omzumdan kavrayarak. Bana dokunması bir anlığına kendimden nefret etmeme sebep olmuştu.

"İstemiyorum dedim sana" haykırmıştım bu sefer. "Anlamıyor musun?" dedim sanki gözlerimden ateş çıkıyormuş gibi ısınıyordu gözlerim. Kıan anlamadığım bir sebeple gözlerini kocaman açmış geri adım atmakla kalmayıp bana dehşetle bakıyordu. Sesimi duymuş olacak ki Aesira da hızlıca odama girdi. Kendimi ona döndüğüm de Kıan'dan farklı bir tepki vermemişti.

"Sakin ol tamam. İstemiyorsan susarım" dedi ama çok geçti sinirlendirmişti bir kere beni.

"Senden nefret ediyorum. Sana inandığım için kendimden nefret ediyorum." Dedim ona yürürken aynı zaman da o da geri geri adımlar atıyordu. Elimi kaldırıp ona yumruğu çarpacaktım ki ateşler içerisinde ki elimi fark ettim. Diğer elimi de hızla diğer kolumun yanına getirdiğimde diğer elimde ateş değil su vardı. Ama şu an buna şaşırmak yerine bunu Kıan'a karşı kullanmayı tercih etmiştim.

"Seni uyarmıştım" dedim üstüne biraz daha yürüyerek. Artık geriye atacağı adım kalmadığını fark edince kendini duvara yasladı. "Senden nefret ediyorum!" diye haykırdım ve etrafımda ateş ile suyun birbiri içinde uyumunu gördüm. Bütün etrafımı sarmayla kalmayıp Kıan'a doğru da yürüyordu ateş ile suyun dansı.

İşte o andan sonra zaman kavramı durmuş mekan ve zaman ağırlaşmıştı. Her ne kadar da zamanın ağırlaşmasına meydan okumaya çalışsam da karşı koyamamıştım. Teslim etmiştim kendimi ateş ile suyun kollarına.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now