11.BÖLÜM: BİR SES

19 11 1
                                    

"Demek kraliçe Azura'nın annesisiniz" hayretler içerisindeydim. Zaten kraliçe Azura gibi birine böyle otoriter böyle ihtişamlı bir anne yakışırdı. İlk zamanlarında sözü çok geçen biri olmasa da kraliçe Azura'nın hükümdarlığı sürecinde gerek savaş planlamalarında gerekse halkla iletişiminde büyük rol oynayıp kraliçe Azura'dan sonra lafı geçen bir kraliçe olmuştu.

"Izel, kızım senin krallığının sembolü nerede" dediğinde yerim de kıvranarak huysuzlandığımı belirttim. "Anladım, sen kaçmışsın" dediğinde şaşkınlıktan dumura uğramıştım. Hemen Kıan'a keskin ve sorar gözlerle baktım. Kıan kafasını ben söylemedim dercesine her iki yana salladı. "Beni zindana attılar kraliçem, mecbur kaldım, yoksa krallığını kaçarak kim terk etmek ister ki?" dediklerime ben bile inanmıyordum.

Ancak benim gibi biri krallığını bırakıp kaçabilir. Kraliçe Neftelia ile geçmişe dair sohbetlerimiz son bulduğunda gitmek için ayağa kalktı. Biz de kısa bir reveransla onu uğurladık. Kim bilir belki zamanın birinde benim de adımdan hayranlıkla bahsedecek birileri olur.

Saatlerdir aynı masa da hiç birimiz konuşmadan oturuyorduk. Ama benim içimi kemiren bir düşünce dolanıyordu zihnimin derinliklerinde. "Kıan senin başın derde girebilir" dediğim de yarım bir gülümseme ile yüzüme baktı. "Sen bunu düşünme, dinlen" dediğinde susmak için ikna olmuştum. Ama onunda içten içe bunu düşündüğünün farkındaydım. O da bu konuyu açmak istemiyordu ama aklını da kurcalamıyor değildi.

Saray hizmetlileri Aesira'nın emriyle beni yıkayıp giydirmişlerdi. Giydirdikleri bu elbise oldukça kabarık yürümekte zorlandığım bir elbiseydi. Saatlerdir bu rahatsız kıyafetin içinde düşüncelere dalmıştım. Kaçmıştım evet ama, korktuğum için mi? O öyle mi düşünüyordu? Eğer böyle bir izlenim verdiysem kendim gidip bu izlenimi üzerimden atmalıydım.

Aksi takdirde annem dedikleri o çarpık kraliçe ile nasıl yüzleşecektim. Ömrümün sonuna kadar ondan saklanıp ondan korktuğumu düşünmesini istemiyordum. Artık saat gece yarısıydı ve bu benim gece yarısını gördüğüm ilk geceydi bu diyarda. Zindan da olduğum süre pencerenin önünde ki ağaçlar bütün manzarayı kapatırdı. Ağaçların arasından sızan o nostaljik mor ışıltıları görebiliyordum.

Bana doğa sarayında tahsis edilen bu oda ne yalan söyleyeyim gururumu okşamıştı. Bütün bu güzellikleri gördükçe buraların hakimi olup keyfime keyif katmak istiyordum. Bu diyarda herkes elindeki ile yetinmeyi öğrenmiştir demişti büyük kraliçe Neftelia sohbetimiz esnasında. Benim bu diyardan olmayışımın da en büyük kanıtı elimde ki ile yetinemiyor olmamdı.

Penceremden dışarıyı seyrederken hayran kalmıştım ayın mor bir tılsım gibi etrafı ve gökyüzünü ışıltısıyla tılsımlamasına. Elimi mor ışıltılara dokunmak için uzattığım da mor ışıltıların elimin etrafında toz misali dağılmıştı. Dokunamamıştım ellerimin arasın dan hiç bir şey hissettirmeden kayıp gitmişti.

Bütün o hayranlığım ve huzur bulmuşluğun içerisinde kalbimin üstünde çok üstünde bir sızı hissetmemle elimi köprücük kemiğimin üzerine götürmem bir oldu. Köprücük kemiğimde ki bu sızı bir saniyeliğine nefes almamı engellemiş sanki kalbimi durdurmuştu. Sızıyla beraber anlık başım da ağrımıştı. Günün yorgunluğu bir şekilde dışarıya çıkmak istemiş ve canımı acıtarak çıkmıştı.

Yaşadığım anlık sızı üzerine kendime gelmek için duş almıştım. Aynanın önünde çıplak vücudumu ayaklarımdan başlayarak süzmeye başladım. Yüzümde ki ifadesizlik köprücük kemiğime, ağrımın merkezine geldiğinde yok olmuştu. Yerini çatılmış kaşlara ve köprücük kemiğimin üzerinde ki oku anımsatan ama tam da ok olmayan ize gitmişti. Sanki yarım kalmış bir çizim gibiydi.

Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilmez bir halde kıyafetlerimi giyip saklamam gerektiğine karar verdim. Eğer yarım bir ize sahip olduğumu söylersem beni bu diyardan atacaklarına inandırmıştım kendimi. Ama her ne kadar buraya ait olmadığımı hissetsem de annemden intikam almak için bu kadar yaklaşmışken, şimdi yarım yamalak saçma bir iz yüzünden buradan gidemezdim.

Uyumak için pamuğu andıran yatağıma uzandım . Sandığımdan daha hızlı dalmıştım. Gözlerim hemen ağırlaşmış ben de kendimi hemen uykunun kollarına teslim etmiştim.

Uyandığım da uykumu tamamen almış gibi hissediyordum. Aesira'nın sarayında kalmam da ayrı bir gerginlik veriyordu zaten bana. Yatağımda doğrularak uykumun açılmasını beklerken kapım çalındı.

"Varisim Aesira, sizi kahvaltıya bekliyorlar" dediğinde hizmetliyi onaylayarak çıkması için işaret yaptım.

Yatağımdan kalkıp esneyerek kendime gelmeye çalıştım. Saçlarımı tarayarak tepede bir topuz yaptım ve üzerime herhangi bir şey geçirdim. Kahvaltı her zaman benim öncelikli öğünüm olurdu ve şu an çok aç hissediyordum. Hızlıca odamdan çıkarak uzun mu uzun koridoru arşınladım. Dün akşam yemek yediğim salonun önüne geldiğim de kapıyı tıklatarak açmaları için geri çekildim.

"Umarım ben uyandırmamışımdır" dedi Aesira masasından hiç kalkmayarak ve karşısında ki sandalyeyi eliyle işaret ederek.

"Hayır uyanmıştım" dedim işaret ettiği sandalyeyi geri çekip oturarak.

Masa da daha önce hiç görmediğim yiyecekler vardı. Kadehler de kırmızı renkte sıvılar vardı. Bardağı alarak tattığımda. Çok tatlı bir tadı olduğunu fark ettim. Benim diyarımda ki vişne suyunu andırıyordu damakta bıraktığı tat. Hizmetliler tabağıma her türden kuş yemi kadar koymuşlardı ve bununla doyacağımı düşünüyorlarsa yanılıyorlardı. Hem eğer yemeyeceksek bu kadar fazlasına ne gerek vardı?

Yemek yerken aklıma takılan bir şey vardı. Aesira'nın ailesi. Sorup sormamakta tereddüt ediyordum çünkü eğer onu yaralayacak ve canını sıkacaksa buna sebep olmak istemezdim. Ama diğer yandan da merakımı dizginleyemiyordum. Eğer bu diyardaysam burada ki her şey hakkında haberdar olmalıydım. Bu yüzden malum soruyu sormaya karar vermiştim.

"Tek misin?" dediğimde anlamamış bir bakış tarak ne demeye çalıştığımı düşünüyordu. Doğrusu ben olsam ben de beni anlamazdım. "Yani ailen nerede? Annem baban falan" dedim çatalım ile aldığım lokmanın üzerine bardakta ki sıvıdan içerken.

"Ailem burada kalmazlar" dediğinde yüzünde ve sesinde bir burukluk hissettiğini fark etmiştim. Yine birilerinin canını sıkmayı başarmıştım.

"Neden ki?" diye de ekledim sanki bu konu hakkında konuşmak istemediğini fark etmemiş gibi. Gerçekten utanmazın tekiydim.

"Benim gibi..." dedi ve sustu. Sertçe yutkunarak lafına devam etti. "Benim gibi beceriksiz bir varise katlanamıyorlar çünkü" dedi kaşlarını çatarak. Kelimeler ağzından dökülürken zorlandığı çok belliydi. Bu konuyu açtığım için özür dilemem gerektiğini düşünmüştüm.

"Ben bilmiyordum, özür dilerim" dediğimde histerik bir şekilde güldü. Neden güldüğüne dair tek bir fikrim yoktu.

"Neden?" dediğinde bu sefer anlamayan taraf bendim. Anlamadığımı fark etmiş olacak ki açıklamaya başladı. "Sen misin suçlu? Özre hiç gerek yok kim olsa merak eder. Herkesin ailesi yanında iken başkasının anne baba eksiği elbette dikkat çeker." Dediğinde ise bu sefer ben yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

"Ben garipsemedim" dediğimde üzüntüden eğmiş olduğu başını kaldırdı. Bana bakarak gülümsedi. "Seni çok iyi anlıyorum" dedim oturduğum sandalyede kendimi tamamen serbest bırakarak.

İkimiz de bu konuşmanın ardından sessizce yemek yemiştik. Konuyu açtığıma pişman olmuştum çünkü cıvıltılı kızı dakikalardır sessizliğe mahkum etmiştim. Ayrıca ailesinin onu neden beceriksiz bulduğuna da anlam veremiyordum. Onun ki gibi bir kızım olsaydı gurur duyardım. Durup dururken ailesine karşı da sinirlerim gerilmişti. Sanki sinirlerimi gerecek başka olaylar yokmuş gibi.

Masa da öylece dakikalarca oturduktan sonra Aesira kalktı. Ben de onun hemen ardından kalkmıştım. Odama çıkmıştım çünkü yapacak hiçbir şeyim yoktu.

"Sıkılıyorsun galiba" oturduğum yerden sıçramama sebep olmuştu bu ses. "Sıkıldın mı?" yine aynı ses odamda yankılanıyordu. Delirmiş miydim acaba?

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Onde histórias criam vida. Descubra agora