26.BÖLÜM: KONTROLSÜZ KELİMELER

22 5 7
                                    

Odamın kapısını sertçe araladığım da kapı odanın duvarlarına çarparak derin bir yankı oluşturdu. Gözlerimi odaya girer girmez yüzüğümü koyduğum masaya diktim. Tıpkı bir tarayıcı gibi önce uzaktan masayı süzdüm. Gözlerim istediğimi bulamayınca koşar ve büyük adımlarla hemen masaya doğru yürüdüm. Masanın altında ve sağında bulunan üç katlı bölmeleri teker teker açmaya başladım. Sonuncu bölmeyi açtığımda ise tıpkı diğerlerinde ki gibi büyük bir hüsrana uğradım.

Yüzüğü masanın üzerine koyup bıraktığıma yemin edebilirdim. Ama şu an yerinde değildi. Daha bir günlük bir yüzük olmasına rağmen o bana aitti. Benim çözmem gereken bir kehanete aitti. Ve bu kadar kolay vazgeçip onu aramayı bırakmayacaktım.

Arkamı döndüğüm de Kıan da peşimden gelmişti. Bana endişeli ve ne olduğunu anlamaya çalışan bir çift gözle bakıyordu. Gözlerim gözlerini bulduğunda gözlerimi hemen ondan çektim. Kapının tam dibinde bulunan iki muhafıza baktım ve bağırdım.

"Kim aldıysa onu bulup derhal bana getirin!" nasıl oluyor da bana ait olanı bana sormadan odama girip alabiliyorlardı. Aklım almıyordu açıkçası. Muhafızlar bağırmamın ardından sanki başka bir dil konuşuyormuşum gibi önce birbirlerine sonra Kıan'a baktılar.

"Bu benim emrim. Anlamıyor musunuz? Yoksa haşlanmak mı niyetiniz?" dedim. Bana da varis gibi davranmamalarını hazmedemiyordum. Onlar da kendilerince haklı olabilirlerdi. Ama ne olursa olsun ben de bir varisim ve emirlerime itaat etmeleri gerektiğini Kıan onlara ilk geldiğimde söylemişti. Bu yüzden söylediklerime itaat etmekten başka hiçbir şansları yoktu.

Muhafızlar sonunda söylediğimi idrak edip odanın kapısından ayrıldılar. Ellerimi saçlarımın arasına geçirip kafamı yukarı kaldırdım ve derin bir nefes alarak ofladım. Sinirlerim bozulmuştu ve şu an anlamsızca gülümsüyordum. "Şaka gibi" dedim odanın içinde volta atarken.

"Sakin ol, Prenses" dedi Kıan. Kollarımı saçlarımdan alarak avuçları içinde kavradı. Gözlerinde ki hayal kırıklığını hala görebiliyordum ama ilk başta ki kadar değil.

"Olamam!" diye bağırdım odanın kapısında ki hizmetlilerin bana bakmasına sebep olarak. "Özür dilerim" dedim utanç içinde gözlerimi onun suratından ayırıp ayakkabımın uçlarına çevirerek. Elini çenemin altına koyarak kafamı ona bakmam için kaldırdı.

"Önemli değil, Prenses" dedi ve sakin bir şekilde elini çenemden ayırdı. "Bana eğer yüzüğün neye benzediğini söylersen sana yardım edebilirim" dedi. Kendinden emin ve sesi olduğundan daha tok ve kararlı çıkmıştı. "Senin için her şeyi yaparım" dediğinde yüzünde ki ciddiyet az da olsa yumuşadı.

"Teşekkür ederim" dedim. Ve yüzüğün neye benzediğini halkasında ki desenlerden ucunda ki göz alıcı ve muhteşem güzelliğine kadar her şeyi anlattım. Yüzüğü anlatmayı bitirdiğimde Kıan'nın yüzünü bir anlığına da olsa bir belirsizlik esir almıştı. Kısa süren bu belirsizlikten sonra konuşmak üzere dudaklarını araladı.

"Mutlak dilek yüzüğü" dedi. Bunun şaşkınlığı ile gözlerimi kocaman açtım ve gözlerinde ki parıltıyı gördüm. "Yüzyıllardır sahibini bekleyen yüzük sana mı göründü?" dediğinde sesinde küçümseyici bir ton hissetmiştim. Ya da belki sadece şaşkınlığının etkisindeydi ve konuşmasının tonunu kontrol edemiyordu. Ya da bu tamamen benim düşüncelerimden ibaret bir saçmalıktı.

"Evet, sarayda muhafızlardan kaçarken bir oda buldum yüzük oradaydı." devamını anlatıp anlatmamakta tereddüt ediyordum. Kıan her ne kadar da bana söz vermiş olsa da bunu ona anlatıp anlatmamakta kararsızdım.

"Sana yemin ederim kimse bilmeyecek" dedi boşta duran ellerimi kavrayarak.

"Yüzüğü parmağıma taktığım da odanın en köşesinde ki sandığı gördüm" dedim. Bu sandık parşömeni içinde bulduğum ve diğerlerine göre daha büyük olan sandıktı. "Sandığı açtığımda içinde tıpkı yüzüğün üstünde ki desenler gibi desenleri olan bir parşömen buldum. Parşömeni açıp okumaya başladığım da yüzüğün bana ait olduğunu ve içinde ki kehaneti benim çözmem gerektiği yazıyordu" bütün olanları en şeffaf haliyle tek nefeste ve olabildiğince hızlı anlatmaya çalışmıştım. Dakikalardır kaşlarını çatmış beni dinleyen Kıan olayı anlatmam ile birlikte kaşlarını serbest bırakarak şaşkınlıkla yukarı doğru kalkmalarına izin verdi.

"Bu çok değerli bir yüzük, Izel" dedi. Birden o da en az benim kadar telaşlanmıştı ve gözleri irileşmişti. Sanki içinde yüzüğe sahip olma arzusu depreşmişti. Çok heyecanlı bir yüz ifadesi vardı ve ben bile bu kadar heyecanlanmamıştım onu ilk bulduğum da.

"Benim yüzüğüm, Kıan" dediğim de heyecanlı olan surat eski haline döndü ve yerini daha ciddi bir tavır aldı. Niyetimi anlamış olmalıydı. Yüzüğü istiyordu bunu haddinden çok belli etmişti ama o benimdi. Ciddiyetini bölerek dudaklarını konuşmak içini araladı.

"Biliyorum. Bana güvenmiyor musun hala? Sevdiğine hiç kimse zarar vermez Izel. Güvenmiyor musun?" dedi elleriyle omuzlarımı kavrayarak. Omuzlarımdan tuttuğu gibi başını başımın hizasına eğdi ve gözlerimin içine baktı. Cevap vermemi bekliyordu. 'Sana güveniyorum' dememi bekliyordu ama ben bunun yerine onu hüsrana uğratarak gözlerimi gözlerinden ayırarak bakışlarımı kaçırdım. "Anlaşıldı" dedi ve kollarını omuzlarımdan çekerek hızlı bir şekilde odadan ayrıldı.

"Sana bir ilan-ı aşk sayesinde tamamen güvenmemi beklemiyordun herhalde!" odadan çıktığında beni duyması için bağırmıştım ama duymamıştı büyük ihtimalle. Ya da cevap vermek yerine sinirlerini yaşamak için kabuğuna çekilmişti.

Kıan kendi yaptıklarını bir çırpıda unutabilir. Ben de unutabilirim elbet ama bir çırpıda değil. Bana ilk sözünden ona güvenemezdim. Aptal değildim ve ona inanmam için bir zamana ihtiyacım vardı. Ve bu zamanı aklım ve kalbim belirliyordu. Yani bu zamanı ben bile bilmiyordum.

"Tanrım!" dedim. Derin bir nefes alarak rahatlamaya ve duygularımı dizginlemeye çalıştım. Avuç içlerimi yüzüme koyarak gözlerimi ovdum.

Sakinleşmiştim. Kıan'a son söylediğim söz ağırdı. Ama eğer duymadıysa bu iyiydi. çünkü ne olursa olsun bana duygularını en şeffaf hali ile açmıştı. Şu an onun yanına gitmeliydim. Belki özür dileyeceğim bir durum değildi ama empati kurduğum da son sözümden ben de rahatsız olurdum.

Saatlerdir öylece oturup yüzüğün nereye kaybolduğunu düşündüğüm yatağımdan doğrulup ayağa kalktım. Kapıyı açıp kendimi merdivenlerin başında buldum. Sarmal merdivenleri hızlıca arşınlayarak sarayın ortak salonuna indim. Burası saray bahçesine açılan kapının ve kalabalık kutlamaların yapıldığı salondu. Ve kimse yokken burada fısıldamanız bile müthiş bir yankıya sebep oluyordu.

Kıan ortak salon da değildi ve genelde buradan başka bir yer de bulunmazdı. Halkın arzu ve isteklerini hep burada karşılar ve sorunlara çözümler bulurdu. Tabii onun anlattıklarına göre bu öyleydi.

"Lordunuz nerede?" dedim ortak salonda saray mutfağına doğru giden bir hizmetliye sorarken. Kadın önce önümde başını eğdi sonra sorumu yanıtlamak üzere doğruldu.

"Efendim, Lord Kıan odalarında" dediğinde elimi gitmesi için havada salladım.

"Teşekkür ederim" dedim arkasını dönüp giderken. Elimden geldiğince de hizmetlilere iyi davranmaya çalışıyordum çünkü kimse beni burada istemiyordu fakat Kıan'nın emri yüzünden bana saygı gösterme mecburiyetindeydiler. Kendimi onların yerine koyduğum da ise ben de mecburen kimseye saygı göstermek istemezdim. Hele ki o kişiyi sevmiyorsam.

Kıan'ın odasının önündeydim ama içeri girip girmeme konusunda biraz tereddütlüydüm. Beni kapıdan kovma ve sert bir dille konuşma ihtimali vardı. Eğer aramızda böyle bir konuşma olursa kendime hakim olamayacağıma emindim ve onun kalbini kırmak istemiyordum. Son sözlerimi duyduysa eğer çok kırıldığını düşünüyordum. Ve bu benim her sözüme kırılabilme ihtimalini doğuruyordu. Yine de onunla konuşmam gerektiğini düşünüyordum.

En sonunda bütün cesaretimi toplayıp tokmak şekline getirdiğim elimle kapıya iki defa vurdum. Ama içeriden ses gelmeyince tekrar tıklattım kapıyı. Uyuduğunu düşünüp arkamı döndüğüm de içeride kırılan bir cam sesine benzer bir ses gelmişti. Bununla birlikte kapıyı tekrar açmadan hemen içeriye daldım.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now