Giriş

12.7K 609 529
                                    

Okulun son dönemine, daha doğrusu onunla tanışana dek hayat beni ne yapmaya zorlarsa zorlasın çizgilerinin dışına asla çıkamayacak çekingen biri olmuştum. Yirmi iki yaşındaydım, hayatımın geri kalanı için belli başlı planlarım vardı, gelecekten korkuyor ama bir o kadar da hazırlıklı olmaya çalışıyordum. Risk almayı sevmezdim, geri planda kalmak beni her zaman daha iyi hissettirirdi. Derse katılmaz, pür dikkat dinlediğim halde her zaman en önün birkaç sıra arkasına otururdum ki dikkat çekmeyeyim. Arkadaş çevremde bir hayalettim, öylesine vardım, öylesine yoktum. Sadece uyum sağlar, konu bana geldiğinde sorularımla onlara geri çevirirdim. Asla bir ortamın aranan kişisi olmamıştım ve bu beni üzmezdi. Belki de toplumda tek başıma bir birey olabildiğim tek yer piyanomun taburesiydi, zihnimi insanlardan arındırabildiğim tek yer. Kimse ben çalarken küçük düşürücü sorular sormaz, sözümü kesemezdi. Ama ben bundan daha fazlası değildim. Okulu bitirir bitirmez orkestraya piyanist olarak başvurmayı planlayan ve orkestrayı da sırf sahnede tek başına kalmamak için isteyen ben onunla tanışana dek sınırlarımı zorlamak bir yana, kimseye kendimi ve zavallı hayatımı açmamıştım.

Karşı daireye taşındığı gün "Ben Chanyeol," diye tanıtmıştı kendini, zoraki bir tanışmaydı bu. "Park Chanyeol."

Onu ilk gördüğüm gün zihnimden hiç çıkmıyordu. Uzun boyluydu, ona bakarken hafifçe kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Dağınık siyah saçlarının arkasında gizlediği derin bakışlar o kısacık iki saniye içerisinde bana pek çok şey hissettirmişti, her şeyden önce aramıza bir çizgi çeker gibiydi. Adeta kendini bu şekilde korumaya çalışıyordu. Düzgün bir burnu, dolgun sayılabilecek dudakları vardı. Kemikli çene yapısı, iri yapılı vücudu eşsizdi. Ağustos ayının sonlarındaydık bu yüzden üstünde basit siyah bir tişört ve şort vardı, kaslı kolları ve geniş omuzları onu güçlü gösteriyordu.

Kapının önünde dikilmekten vazgeçip "Baekhyun," diye tanıttım kendimi. Beyaz kolsuz bir tişört giyiyordum, geceden beri üstümden hiç çıkarmamıştım. Asla düz durmayan koyu kahverengi dalgalı saçlarım ve ev terliklerimle sefil görünüyor olmalıydım. Karşı kapıya doğru bir adım atıp ona yaklaştım ve elimi uzattım, ilk adımı atmaktan ilk kez çekinmiyordum. Yüzümde yorgun bir gülümseme vardı.

Mimiklerimi taklit eder gibi tebessüm etti, çok konuşmuyordu. Küçük bir adımda yanıma varıp tutuşuma karşılık verdiğinde vücudumdan bir titreme geçti, birbirimizin gözlerine bakıyor, hiçbir şey söylemiyorduk. İkimiz de fazlasıyla çekingendik.

Tuttuğum eline bir bakış attığımda bileğinin üstündeki ok ve yay dövmesini gördüm ama bir hata yapıp buna çok fazla takılmadım, zira tek dövmesi o değildi. Kolunda birkaç dövme daha vardı ama hepsini inceleyecek kadar uzun sürmedi bakışım.

Tokalaşmamız eve eşya taşıyan işçilerden biri yüzünden sonlandığında geri çekildim. "Memnun oldum," derken sesim mırlıyor gibi çıktı, utandım ve hemen evime dönmek istedim. Belki onu yemeğe çağırmalıydım ama evim kimsenin gelmek isteyeceği türden değildi. Onu kendi mutsuzluğumla boğmak istemedim.

İçeriden gelen "Nerede kahrolası içkim?" sesi yüzünden içeriye doğru bir bakış atıp iç geçirdim, midemden boğazıma kadar yükselen öfkeyi dizginlemeye çalışıyordum. Yutkundum, tekrar ona bakıp gülümsemeye çalıştım.

"Görüşürüz," dedim daha fazla rezil olmamak için, babam salonda beni bekliyordu. Sinirlendiğinde genelde iyi şeyler olmazdı.

Chanyeol cevap vermedi, başını salladı sadece. İçeriye girecekken "Bir şeye ihtiyacın olursa..." dedim kararsızlıkla. Dönüp tekrar bana baktığında yere yığılacak gibi oldum. "Yardımcı olmaya çalışırım."

"Tamam..." dedi ensesini kaşıyarak, benden daha tuhaftı. "Teşekkürler."

Ayaklarımı sürüye sürüye içeriye girip arkamdan kapıyı kapattığımda elimi nereyse yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimin üstüne koydum, ona o an neden bu kadar çekildiğime anlam veremiyordum ama bunu daha fazla düşünmeye vakit bulamadım. "Baekhyun!" diye bağırıyordu babam. "Getir şu şişeyi!"

The Robin Hood Project (mpreg)Where stories live. Discover now