Ekim ayının getirdiği serin havayla kollarımı birbirine kavuşturup ısınmaya çalıştım, kampüsün dışındaki otobüs durağında beklerken sürekli sağa sola bakınarak gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Dersten çıkalı yaklaşık bir saat oluyordu ve Chanyeol ortalarda yoktu, yersiz bir beklentiye girerek beni almaya geleceğini düşünmüştüm, dersten ne zaman çıkacağımı ve provalarımın hangi günler olduğunu biliyordu çünkü.
Orada otobüsü beklemek için on beş dakika daha geçirdim, ondan ne bir mesaj ne de arama vardı. Galiba geçen gün fazla üstüne gitmiştim. Aslında açıkça bir şey söylediğim yoktu, benimle iletişim kurma çabalarını sürekli görmezden gelmem dışında yani. Pekâlâ, galiba biraz kabalık etmiştim. Benden pek çok kez özür dilemişti, artık bu olayın üstesinden gelmemiz gerekiyordu. Ayrıca soygun olayı da gayet başarılı sonuçlanmıştı. Telefonumdan haberleri kontrol ettim, belediye başkanı ve rektörün yazışmaları medyaya sızdığı için başları büyük belaya girmiş gibi görünüyordu. İkisi hakkında soruşturma açılmış, okuldaki zehirlenme olayı tekrar gündeme gelmişti. Akılları varsa daha fazla rezil olmamak için istifalarını verirlerdi.
Derin bir iç çekip rehberde Chanyeol'ün numarasını buldum, onu aramalı mıydım yoksa sadece mesaj mı atmalı bilmiyordum. Ne diyecektim? "Neden beni almaya gelmedin?" Hayır, hayır. Saçlarımı karıştırdım, kendi ayaklarım vardı ve otobüs kartım da doluydu, aklım da hâlen yerinde olduğuna göre eve kendim gidebilirdim, o yokken hep böyle yapmıştım ya. Ama sorun eve nasıl gittiğim değildi, bana hiç günaydın mesajı atmamış ya da yemek yiyip yemediğimi sormamıştı, normalde hep böyle yapardı. Mesaj butonuna tıkladım ve birkaç kelime yazmayı denedim.
"Chanyeol, neredesin?"
Mesajı sildim, bu fazla sorgulayıcıydı.
"Canım çikolata istiyor."
Buna kesinlikle inanırdı ama kendimi aptal gibi hissedip yeniden sildim, kendime çikolata alamayacak kadar sefil değildim. Üstelik cebimde zaten bir tane vardı, paketini açarken başka bir mesaj yazmaya karar verdim.
Mesajı gönderdim. "Ne yapıyorsun?"
Yaklaşık iki dakika geçti, henüz cevap gelmemişti. Kendimi takıntılı bir erkek arkadaş gibi hissetmekten alıkoyamayarak kalkmaya karar verdim, artık eve gitmezsem soğuk alacaktım. Çikolatamdan hırsla bir ısırık alıp gelen otobüse bindim, bu sırada gözüm ekrandaydı.
"Seni akşam arasam olur mu?"
Gelen cevap yüzünden şaşırdım, ekrana kaşlarımı çatarak baktım ve anadilimi unutmuş gibi tekrar tekrar okudum. Benimle akşam konuşmak istiyordu, yalnızca arayarak. Üstüne fazla gitmiştim kesinlikle. Bu olay ilişkimizi zedeler ya da onu benden soğutur muydu? Belki de artık hamile bir erkek arkadaş düşüncesi ona yeterince ilgi çekici gelmiyordu. Benden ayrılır mıydı?
"Olur."
İç çekerek kafamdaki kuruntulardan kurtulmaya çalıştım, ancak bu hiç de kolay olmadı.
Eve gittiğimde etrafı toparlayıp büyükannemin yemek yapmasına yardım ettim, sonra birkaç saat Bayan Jung'un verdiği yeni parçaya çalıştım. Notaları aklımda tutamıyordum ve bu sinirlerimi bozuyordu, belki de son zamanlarda olanlar yüzünden artık yeterince odaklanamıyordum. Bu yeni bir şeydi benim için, daha önce dış etmenlerden bir şekilde soyutlanır ve konu piyano olduğunda harika iş çıkarırdım. Muhteşem bir piyanist olduğumdan değil ama notlarım iyiydi, provalarda iyi iş çıkarır, notaları kolay aklımda tutardım. Şimdiyse kendimi tamamen dağılmış hissediyordum, müzik geleceğimle ilgili kaygılarım beni bitiriyordu. Kucağımda bir çocukla nasıl çalabilirdim ki? Bebeğim evde durmadan ağlayıp altını pisletirken, ona mama hazırlamam gerekirken nasıl bir piyanist olabilecektim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Robin Hood Project (mpreg)
FanfictionBizi koruyan kişinin fedakâr da olsa bir suçlu olduğunu öğreniyordum, soyguncu bir örgütün üyesiydi. Üstelik bu örgüt arananlar listesinin başlarını çekiyordu, Robin Hood. Zenginden çal, fakire dağıt.