24

4.5K 374 143
                                    

Parçayı bitirdiğimde Chanyeol'ün alkışları üzerine restorandaki müşteriler de alkış tutunca yüzümün yandığını hissederek hafifçe reverans yaptım, masamıza geçtiğimde Chanyeol bana yüzünde kocaman bir sırıtışla bakıyordu. Garson tatlılarımızı getirdiğinde de bana o şekilde bakmaya devam ettiği için kaşlarımı çattım. "Beni utandırıyorsun."

Söylediğim onun için pek de inandırıcı gelmemiş olmalı ki hâlâ sırıtıyordu. "Seninle gurur duyuyorum, Baekhyun."

Önümdeki tiramisudan bir çatal yiyerek sadece tabağıma bakmaya devam ettim, restorandaki herkesin beni izlediğini hissediyordum.

"Piyanoyu çalan kişi benim erkek arkadaşım!" dedi yüksek olabilecek bir ses tonuyla, başımı kaldırıp ona baktığımda benimle uğraştığını anladım. Bize ne olduğunu anlamayarak bakan insanlar dilimizi bilmiyordu ne de olsa. Sonunda biraz gevşeyerek gülerken yüzümü tuttum. "Sadece benim için çaldı, sizin için değil!"

"Chanyeol, tamam!" Onu durdurmaya çalıştım, bize yönelen bakışlar pek hoşnut değildi artık. "Atacaklar şimdi bizi buradan."

"Utanıyor musun hâlâ?" Sanki yine bağıracakmış gibi sorduğunda şiddetle başımı iki yana salladım, gülmemeye çalışırken dudağımı ısırıyordum. "Her zamanki gibi harikaydın." Sesi son derece ciddi geliyordu bu sefer, artık şaka yapmıyordu.

"Notalardan birini kaçırdım," diye itiraf ettim.

"Ne olmuş hata yaptıysan? Öyle güzel çalıyordun ki fark etmedim." Gülümsüyordu ve bakışları öyle içtendi ki kendime daha nazik davranma ihtiyacı hissettim. "Az önce bir besteyi ezbere çaldın, Baekhyun, bu manyak bir şey!"

İltifatı yüzünden yeniden ve yeniden utanarak ilgimi önümdeki tatlıya verdim, onunla sohbet etmek çok rahatlatıcıydı aslında, büyükannem gibi beni gereğinden fazla övdüğü için kendime karşı fazla eleştirel davrandığımı fark ettiriyordu bana, bununla birlikte çocuksu tavrı övgülerini eğlenceli kılan şeydi. Piyano hakkında pek bilgisi yoktu, notalardan ya da klasik müzikten anlamazdı ancak ne zaman yanında çalmaya başlasam piyano aşığı oluverirdi.

"Kızmazsan eğer..." dedi çekingen bir tavırla. "Senin için bir hediyem var."

Ona soru dolu bakışlarımla baktığımda kendinden pek emin görünmediği için daha çok meraklandım, kızacağımı düşündüyse ya evlilik teklifiydi ya da fazla gösterişli bir şey. "Neden kızayım ki?"

"Evlilik teklifi etmeyeceğim, istemediğinin farkındayım..."

Sesi kırgın geldiği için konuşmasını böldüm. "Ben öyle bir şey söylemedim, asla istemediğimi yani."

"Henüz erken," dedik aynı anda, sesimi taklit etmişti. Devam etti. "Ama umarım beni sonsuza dek bekletmezsin."

"Zamanı gelince evlenme teklifini ben ederim merak etme."

"Pekâlâ, şakayı bir kenara bırakalım," dedi beni hiç ciddiye almayarak. Masanın üzerine siyah kadife bir kutu çıkardığında şaşırmıştım.

Kutuya uzandığımda öyle heyecanlı bakıyordu ki kendi tepkimi kontrol etmek zorunda hissediyordum. Kapağı açtığımda içinde bir bileklik olduğunu gördüm, zarif bir bileklik. Dudaklarıma sıcak bir gülümseme yayıldı, ince gümüşi renkte bir bileklikti bu, üstünde küçük parlak taşları vardı.

"Beğendin mi?" diye sordu hevesle. Çok hızlı konuşuyordu. "Görür görmez sana yakışacağını düşündüm ve... Daha önce kimseye hediye alırken bu kadar heyecanlanmamıştım."

Bileklik çok pahalı görünüyordu, üzerindeki taşların birer pırlanta olduğunu fark ettiğimde daha çok şaşırdım. Bu kadar pahalı bir hediyenin sorumluluğunu alamazdım ben, ama bana öyle tatlı bakıyordu ki reddetmek imkânsızdı. Bilekliğe ve yeniden ona baktım, tepkimden bir şeyler anlamaya çalıştığını görebiliyordum. Onu incitmek istemiyordum, hediyesini reddetmek yerine mahcup bir ses tonuyla teşekkür ettim. Neredeyse küfredecektim.

The Robin Hood Project (mpreg)Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu