11

5.2K 458 411
                                    

Eylül'ün son günlerindeydik, hava biraz serindi ve ben öğle yemeğimi sindiremediğim için rahatsız hissediyordum. Her şeyden kötüsü günlerden Pazartesi'ydi ve Kris benimle tam bir haftadır konuşmuyordu. Bu bir hafta boyunca bana gerçekten eziyet etmişti çünkü ben her ne kadar insanlardan uzak kalmayı sevdiğimi sansam da ona değer veriyordum. Elbette rahatsız edici yanları vardı, örneğin her fırsatta benimle alay ederdi, yemek yeme şeklimle, sinirlendiğimde yüzümün aldığı ifadeyle, boyumla, bukleli saçlarımla, düşünülebilecek her şeyimle alay edebilirdi. Ama bu yönlerimi severdi de, kimi zaman saçlarım yüzümden bir kanişe benzediğimi, kimi zamansa yüzüme şefkatle bakıp saçlarımın çok sevimli göründüğünü söylerdi. Yemek yerken ne kadar uyuz olduğumla dalga geçerken zayıf düşüp hastalanacağımdan endişelenirdi mesela. Kris kesinlikle kaba ve alaycı biriydi, her şeye burnunu sokardı ama düşünceliydi de. Beni Chanyeol'ün servisine götürürken de bunu yapmıştı, işte bu yüzden ona kızamıyordum. Chanyeol'ün beni kandırabileceğinden, üzüleceğimden ve hayatımın altüst olacağından korkuyordu. Çünkü ilk kez birine duygusal olarak bu kadar yakın hissediyordum, ben kırılgan biriydim, zayıf olandım.

Ancak Kris onun bir "sahtekâr" olduğu konusunda yanılmıştı, beni korumak isterken ona karşı düşmanca bir tavır göstermişti ve karşılığında ise Chanyeol sadece "Hayır, kimseyi kandırmıyorum. Ben bir tamirciyim ve bu gördüğün alan da bana ait," diyerek gülümsemişti, arkasından gelen gencin ona "patron" olarak seslenmesi de tuz biber olmuştu Kris'in gururunun zedelenmesine. Sonra Kris beni orada bırakıp gitmişti, ona ihanet ettiğimi düşünüyordu. Ona Chanyeol konusunda hiçbir şey anlatmadığım için "en iyi arkadaş" kurallarını ihlal etmiş ve onu orada utandırmıştım.

Öğleden sonraki dersi beklerken başımı sıraya koyup müzik dinledim, Kris öğle yemeğinde beni bırakıp gitmişti, tanrı bilir kimden hoşlanıyordu bu sefer. Benimle konuşmadığı bir hafta boyunca kendimi en çok da öğle yemeği yerken yalnız hissetmiştim, yalnız yemek yemekten hiç hoşlanmıyordum.

Dersin başlamasına beş dakika kala Kris sonunda sınıfa geldi, üstünde en sevdiğim kapüşonlularından biri vardı, beyaz olan. Beyazı severdim, saçlarına o yapışkan jöleyi sürmemesini ve aynı anda birden çok piercing takmasını da. Yanımdan geçip beni görmezden geldi, sınıf doluydu ve en arkalara oturmak istemiyorsa arkamdaki sıraya oturmak zorundaydı. Bir iç çektiğini duydum, bana bu kadar kızgındı demek.

"Kris..." dedim, hemen başını çevirip çantasını kurcalar gibi yaptı. Gerçekten tam bir çocuktu. "Daha kaç kez özür dilemem gerekiyor?"

"Özür dilemek zorunda değilsin, umurumda değil gerçekten. İstersen git bir hırsızla çık."

Pekâlâ, bu öylesine söylediği şey beni tükürüğümde boğabilecek kadar ilginç olmuştu. Etkilenmemiş gibi yaptım söylediğinden. "Umursamıyorsan neden bu kadar kızdın?"

"Çünkü beni utanç verici bir duruma düşürdün! Bundan sonra karışmayacağım gerçekten, ne yaparsan yap. Zaten o erkek arkadaşının benimle görüşmeni istemediğine eminim, aramızda olanları da duydu nasıl olsa."

"Kris, gerçekten çocukluk ediyorsun. Chanyeol bana hiçbir zaman seninle görüşmememi falan söylemedi ve söylemez de, çünkü bunca yıl yanımda olan sendin. Sen benim en yakın arkadaşımsın, nasıl böyle bir şeyi onaylayacağımı düşünebilirsin?"

Kris söylediklerime inanmaya başlamış olmalı ki bakışlarını sonunda bana çekmeyi başarmıştı, kollarını birbirine bağladı.

"Bana en yakın arkadaşın olduğumu söyleyerek kalbimi kazanmaya çalışıyorsan yanılmıyorsun." Söylediği şeyle kıkırdadım. "Ama seni öylece affedecek değilim."

The Robin Hood Project (mpreg)Where stories live. Discover now