Bölüm 54: Dikiş, Part 1

4.8K 236 383
                                    


Bu bölümün devamı Part 2 olarak gelecek. Çeşitli sorunlardan dolayı gecikme yaşıyoruz, instagramdan takip edenler yakından biliyor bu sorunları ama tekrar edip keyfimi burda da kaçırmak istemiyorum. Gerçekten bol yorum istiyorum, moral depolamak ve daha hevesli yazmam için buna ihtiyacım var çünkü. Bölüm 25 sayfa az DEĞİL, bu yüzden burada mı bitti gibi bir yorumda okumak istemiyorum, lütfen. Sizleri seviyorum. Sağlığınıza dikkat edin ve şu süreçte temkinli olun olur mu? Görüşmek üzere.

Bana ulaşmak için İnstagram: @ yasoley

Arden ve Göğem'in hikayesi profilimde. Renkarnasyon'da sizleri bekliyor, gelin. ❤️

Aurora- Runaway
Yüzyüzeyken Konuşuruz- Kazılı Kuyum
*



Yıldızların parlayıp söndüğü geceleri hatırlıyordum. Anlatılıp, üzerinden zaman geçmesiyle unutulmuş ama sonunda yeniden hatırlanmış büyülü bir masal gibiydi. Bana göz kırptıklarını, yol olup arşa serildiklerini, bir yerlerden anılarla büründürdüğüm sarmaşıklı penceremden ellerimden tutmak için gelecek olan annemin, babamın, kardeşimin ve hatta beyaz atlı prensimin geçitini oluşturduğunu, hepsini, pembe bulutları ve beyaz bulutları bile.

Ama bir süredir bu anılar için açtığım pencerelerin yerine yeni ve onlardan çok daha farklı anılarla dolu küçük, kahverengi çerçeveli, çok parlamayan ama kirli de olmayan cam yüzeyinde tek bir silüet yansıması olan bir pencereye sahiptim ve bahçesinde uçurtma uçurulan bu pencerenin sahibinin her geçen gün bilmediğim bir sürü yeni özelliklerini öğrenmeye başlamıştım.

Öfkesinin sebebini kavramış, onu daha az suçlamış, aptalca bir çocuklukla anlamaya çalışmış, yer yer yanında olmaya bile çaba göstermiştim. Nefretinin nedenini bilmek, ayrıntılarla süslendiğinde muhteşem bir kaos ortamı yaratıyordu ve Uluç tüm bu kaos ortamında gölge vermeye devam eden bir ağaç gibi dimdik duruyordu. Gücüne imreniyordum ama Anka olarak düşündüğümde bu güce acıyordum da. Gece olduğunda diz çöküp ağlamak insanları rahatlatırdı, bunu Uluç'a pay edecek olduğumda ise durumun imkansızlığı gözler önüne büyük bir kuvvetle yine onun tarafından çekilen bir perde gibi asılıyordu.

Bu perdenin rengi kırmızıydı, kan kırmızısıydı.

Hiç dizlerinin üzerine çöküp ağlama ihtiyacı duymuyor muydu?

Bir an için Uluç gözümde eteklerinden kan damlayan bir perdenin altında diz çökmüş halde oturuyor gibi göründü. Zihnimde beliren bu hali içimde acıdan büzüşen bir et parçası gibi varlığını belli ettiğinde verebildiğim tek tepki sertçe yutkunmaktan ilerisi olmamıştı.

Çiğ etin tadı damağımdaydı. Çiğ hissettiğim duyguların hepsi birebir benimleydi.

Diğer yandan benim için yaptıklarını ve yapmadıklarını düşündüğümde artık ona daha az öfkeleniyordum ama o artık işleri benim açımdan değiştirmeyi düşünüyor ve bana aslında benim bilmediğim, haberdar dahi olmadığım duygulardan bahsediyordu. Bu duyguların ne olduğu hakkında gelgitli tahminlerim gerisinde kocaman bir boşluk vardı.

Uluç'un tenime temas ettiği noktaların gerisinde olan bu boşlukta, tenimden yükselen alevlerin dumanlarını görebiliyordum ve ısısını, sayamadığım dakikalarla bedenimde barındırmaya devam ediyordum.

Yanaklarımın nadir de olsa kızardığına şahit olmuştum, emindim, şimdi de o nadir anlardan birindeydim ama Uluç'un bu duruma aldırdığı pek söylenemezdi. Dakikalar önce içinde olduğumuz pozisyonun onun üzerinde hiç etkisi olmamış gibi dimdik durmaya devam ediyordu. Elbette olmamıştı. Elbette karşımda eğilip bükülmesini beklemiyordum, benden çekinmediği de ortadaydı ancak en azından yüzüme bakarken daha az dikkatli olabilirdi.

SAHİPSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin