Bölüm 27: Cidden Aptalsın,

35.6K 1.6K 138
                                    

Bu bölümü AleynaArslan489 a ithaf ediyorum. Önceki bölüm ithaf yapmayı unuttuğum için üzgünüm.

Bölüm sonunda benimle düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

+100 istiyoruz :D

Keyifli okumalar ♥


Kimsenin bilmediği bir yerde birilerine uzanan eller vardı. Kimisinin ruhu sakattı. Kimisinin ise hiç yoktu. Ama hepsinin ortak noktası uzattığı elleriydi. Birinde yaşama umudu, diğerinde ölümün soğuk dokunaçları vardı.

Bir el yaşamı ortasında bulunan çizgiden alırdı. O çizgi kimisinde uzun, kimisinde kısa olurdu. Uzatılan elin ortasında bulunan yaşam başka bir hayatın sınırları içine girdiğinde ortasında bulunan yaşam etrafa açılan parmaklara kayar, tırnağın altında bulunan o hassas ete tutunurdu. İstediği her şeyi gözlemler, sonrasında harekete geçmek için pusuya yatardı. Kimse o etten şüphelenmezdi. Kimse acının en ağır yaşandığı yeri sorgulamazdı çünkü oradaki  acı başlı başına bir kaostu ve insanlar kaosun en temeline inemezdi. Korkarlardı. Çünkü o kaostu.

Yumuşaklığını ellerimin en hassas yerinde hissettiğim battaniyeyi Nejla'nın üzerine bırakıverdim. Uyuyaklamıştı. Karamel tonundaki saçları yüzüne gelmişti, beyaz teni bulduğu aralıklardan kendini belli ediyordu. Geriye doğru yavaşça çekildim. Uzun bir gece olmuştu. Onu uyandırmak istemiyordum çünkü bir bu kadar daha konuşmasını kaldıramazdım. Nejla koltukta rahatsızca kıpırdandığında olduğum yerde nefesimi dahi tutarak bekledim. Sonunda kımıldamayı kesip rahat bir pozisyon buldu ve yüzüne gelen saçlarını uykunun mahmurluğu etkisinde geriye itti. Tuttuğum nefesi yavaşça bırakarak her adımda ondan biraz daha uzaklaştım.

Mutfağa doğru ilerlemeye başladığımda dışarıya açılan kapıyı da kontrol etmeden geçmedim. Uluç'un bu gece gelmeyeceğini biliyordum ama onu beklemekten de geri kalmıyordum. Mutfağın eşiğinden içeri girdiğimde ışığı yakmadım. Salonun ışığı mutfağın girişine kadar vuruyordu ve mutfakta loş bir ışık oluyordu. Kendim için bir bardak su doldurduğumda Nejla'nın kımıldayan ve huysuz huysuz çıkan sesi buraya kadar geliyordu. Mutfakta bulunan küçük pencereye gözüm kayarken bu gece bizi korumaya mecbur bırakılmış adamlardan birkaçını görmek için ayak parmak uçlarımın üstünde yükseldim. Gözüm doğrudan Ahmet'i arıyordu.

Etrafta kimse yoktu. Elimdeki bardağı kenara bıraktığımda ve ellerimi tezgahın üzerine dayayıp pencereye daha çok yaklaştığımda bahçenin içinde dolanan beyaz bir fener ışığının olduğunu gördüm. Uluç'un tuttuğu korumalardan birinin tutuyor olduğuna emindim.
Gözlerim bu sefer gökyüzüne kaydı ve şehrin ışıklarından dolayı göremediğim tüm yıldızları aslında görüyormuş gibi incelemeye başladım. Görebildiğim yalnızca şehrin tüm ışıklarına rağmen karanlığın içinde parlamaya ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen yıldızdı. Tüm küçük yıldızların sesi olmuş gibi, onlar için ayakta kalıyormuş gibiydi. Sanki sönse tüm gökyüzü boş kalacak gibi duruyordu ki bu sonsuz bir karanlık demekti.

Bazı geceler dışında ayın gökyüzünde olmayışı biz insanlar için büyük bir boşluk yaratacak seviyeye gelmezdi ama herkesin günde bir kere dahi olsa mutlaka baktığı gökyüzünde yıldızlar bir geceliğine dahi olmasa büyük bir korku ortaya çıkardı. Çünkü yıldızlar isimlerin yazılı olduğu dilek ağaçları gibiydiler. Kabul edilene kadar orada dururdu ve eğer kaybolursa yerine yeniden yazılırdı. Ama yıldızda böyle bir şans yoktu.

Karanlık, yıldızın tek dostu gibi gökyüzüne serilmişti. Bu bana Uluç'u hatırlattı. Uluç ise beni şu an için saran tek şeydi ve ben tüm bu Uluç siyahına rağmen ayakta kalmaya çalışıyordum. Arada Uluç'un karanlığı önüme gelebiliyordu ama bu yalnızca ışığımın titriyormuş gib görünmesine sebep oluyordu.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now