Bölüm 34/3: Kim O,

32.1K 1.3K 163
                                    

Adı konulmamış anılar vardır: Beyaz bir kağıdın üzerinde tıpkı içindeki burukluklar gibi boyunları eğik durur. Hissettirdikleri her zaman daha kuvvetlidir çünkü o anılar hiçbir zaman tam anlamıyla yaşanmamıştır.

Yazın esen bir meltem gibi anlıktır. Yalnızca o an yalancı bir serinlik gibi hissedilir. Başkasının bedenine çarptığında artık senden geçmiştir.

Benim Uluç için sürekli baş gösteren iyi niyetimde o meltemden besleniyordu fakat o meltem bana bir türlü tam anlamıyla ulaşmıyordu. Ulaştığı her an içinde beni boğan bir toz bulutu ya da beraberinde sürüklediği eski, kirli eşyalar getiriyordu. Belkide derinine inmek istediğim çocuk aslında o eşyalardan biriydi. Belki sıfırdan bilmek istediğim o hayatın hiç temiz yanı yoktu. Bunu bilmiyordum, bilemiyordum çünkü Uluç bana bunları öğrenmem için hiçbir zaman izin vermiyordu.

Bir şeyler normal iki insan arasındaki iletişim kadar normaline döndüğünde Uluç o elindeki kumanda ile her şeyi başa sarıyordu. Beni yoruyordu, tüketiyordu, uğursuz bir baş ağrısı gibi beynimin içinde bulunan damarlara tutunuyor, sesini tüm dünyaya duyurmak isteyen bir çan gibi kafatasımda egemenliğini her seferinde sürdürmeyi başarıyordu.

Bazense o kadar farklı oluyordu ki bu beni kaçınılmaz bir afallamaya düşürüyordu. Onun hakkında ki tüm düşüncelerim bir gaf gibi beni utandırıyordu. Çektiğim acılar gözümün önüne geliyor kendimden nefret etmemi sağlıyordu.

Onunlayken hiçbir zaman ne yapacağımı bilmiyordum ve bu canımı sıkıyordu. Tıpkı şu anda olduğu gibi.

Gözlerimi kapatmış hala olduğum yerde çaresiz bir şekilde oturuyordum. Uluç'un sürdüğü krem ağrılarımın hafiflemesini sağladığı için sırtımdaki ağrı beni meşgul etmiyordu ve kafayı yemem için ekmeğime yağ sürüyordu. Oysa ki gerçekten Uluç'u düşünmeyi bir kenara bırakmak istiyordum. Hatta onun hayatımdan tamamen çıkmasını istiyordum. 

Ama aklına koyduğunu yapan tarafım ise Uluç'un derinliklerine inmek istiyordu. Çünkü o tarafımın yardım edemediği bir kardeşi vardı ve şimdi varolduğuna inandığı bir çocuk onu Uluç'tan vazgeçilmez bir durum yaratıyordu. Tabii ki Uluç için bu durum bir şey ifade etmiyordu  ama benim vicdanım bunu sindiremiyordu. Zaten tüm bu işleri başıma açan suçlulardan biri de buydu: Vicdan!

İnsanoğlunu şah ya da cambaz edebilecek tek güç.

Sinirle solumaya engel olamadan doğruldum ve parmaklarımı saç diplerime doladım. Sanki tüm o parazit düşünceleri tırnaklarımın arasına toplayıp, söküp atabilecekmiş gibi. Acizliğim dudak kenarlarıma uğursuz bir görüntü sergileyecek şekilde yerleşti ve derin bir nefes almak için yüzümü tavana doğru çevirdim.

Hiçbir şey umrumda olmamalıydı. Bencil olmalıydım. Uluç'un kanıma karışmasına izin vermemliydim. Başından beri amacım olan tek bir şeye odaklanmalıydım çünkü diğerleri dost görünümlü düşmanlarımdı ve her biri acıkan midem için bana sulu ama zehirli bir elma uzatıyordu. Onlara kanmamalıydım. Ben bu çukurdan tırnaklarımın içi kan dolsa dahi çıkabilirdim. Yapabilirdim. Bunu biliyordum.

Düşüncelerimin gücünü aynı zamanda karmaşıklığını bedenime bulaştırmak istemeyerek ayağa kalktım ve bakışlarımı çaresizce kapıya çevirdim. Burada öylece beklememeliydim. Gidip her ne olursa olsun ayakta durabileceğimi göstermeliydim. Çünkü ben Anka'ydım ve isterse kötü kalpli Gargamel tüylerimi ele geçirip onları bana karşı kullansa bile yılmamalıydım. Çünkü kimsenin bilmediği mükemmel bir detayım vardı: Ben yanarak alev topları olarak doğabilecek kanatlar yaratabilirdim ve bunun için kimseye ihtiyacım yoktu. Ne Uluç'un gazabı ne de başka bir kötülük beni yıldırabilirdi.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now