Bölüm 54: Mavi Işık ve Yanılsamalar

5.8K 241 1K
                                    

Bölüm 55 sayfa, bence zamana yayarak okuyun. Bu bölüm çoğu şey değişti, hislerinizi merak ediyorum. Yeni bölüm sınırı için vote sayısı belirlemiyorum ancak yorum sınırı +1000.

Bölüm şarkıları:
G-Eazy & Halsey Him & I
Gustavo Santaolalla - Babel
*

Yunus Emre ile Uluç'u bayıldığı yerden kaldırıp zar zor arabaya bindirdikten sonra yüksekçe yere konuçlandırılmış dağ evine gelmemizin üzerinden iki tam gün geçmişti. Olanları sürekli olarak geriye saran bir film şeridi gibi gözümün önünden geçirip geçirip duruyordum ki bu zamanlar, olduğum yer, kaldığım oda ve üzerinde oturduğum bej rengindeki tekli koltuk beni içine almaya çalışan, hapsetmek isteyen bir anı kapsülü gibi sıktıkça sıkıyordu. Nefesimin onunlayken daraldığı, ölüyormuşum gibi hissettiğim olmuştu. Ama bu sefer olan, Uluç'un zihnimde varlığını sürdüren görüntüleri beni ölüyormuşum gibi olmaktan öteye götürmüştü.

İnsan aynı anda hem çok şey hissedip hem de hiçbir şey hissedemeyebilirmiş. Onu öylece gördüğümde, yerde uzanıyorken, bana bakmıyorken farkettiğim ilk şey bu olmuştu.

O böylece uyuyorken hiçbir şey kolay değildi. Kanının saçıldığını görmüştüm. Bir insandan akmasını beklemediğim ölçüde kan kaybetmişti ve buna rağmen buradaydı. Uluç hep söylediğim inanılması zor biriydi. Olanları hatırladıkça kendimi daha da öncesine götürmek isterken buluyordum. Olanları unutmak istediğimden değildi bu ama olanları Uluç uyanıkken hatırlamak istediğimden, güvende hissettiğimden, o uyuyorken böylece durmak zor geliyordu.

Fark ettim, o varken daha kolaydı.

Uluç'u istemsiz bir şekilde hep dizleri üzerinde duruyor olsa ne hissederdim diye düşünüyordum ki iki gece öncesine ait yere yığılmış görüntüsünü hatırladığımda bu merakımı Pandora'nın kutusuna hapsedip uzak diyarlara gönderebileceğim kadar keskin kararlar almıştım. Artık Uluç'u dizleri üzerinde nasıl durur diye merak etmiyordum. Onu olduğu gibi görmek ve kabullenmek benim için artık daha kolaydı.

Yunus Emre'nin bizi getirdiği dağ evi Uluç'la gittiğimiz dağ evi gibi ıssız bir yerde değildi ancak komşularına ait olan diğer evler, çıplak verandalar geçirdiğimiz iki gün boyunca bir yaşam belirtisi sergilememişlerdi, bu yüzden olduğumuz konuma ıssız değil de diyemiyordum. Kırk sekiz saatin küçük bir kısmını Uluç uyuyorken pencere kenarında geçirmiştim. Büyük kısmını ise yine o uyuyorken onun yanında geçirmiştim ama olduğum yer şimdi oturduğum bej rengindeki tekli koltuktan ilerisi olmamıştı.

Ondan bir adım uzaklaşmış, bir adıma karşı iki adım yakınlaşmıştım. Bunu yapmayı beklemiyordum ama daha fazlası olmamıştı.

Aslında olmuştu. Bir sır gibiydi. Dizinin dibine kıvrılmıştım. Onunla uyumuştum.

Gözüm Uluç'un uyuyan bedeninden uzaklaşmak istemiyordu, ona bakmadığım zamanlarda da düşündüğüm yine o oluyordu. Banyo yapmak için yanından ayrıldığımda bile tüm banyo sürem boyunca onu düşünmüş, uyanmış olma ihtimaliyle adam akıllı yıkanamamıştım bile. Bedenimde Uluç'a ait kan kokusu vardı ancak yıkanmama rağmen bu koku onunla bu odadan çıkmadığım için üzerime sinmişti.

Önemli değildi, kan artık akmıyordu. Kokusunu o uyanmadan ortadan kaldıramayacaktık. Yunus Emre o gece, bizi bu dağ evine getirdikten sonra birilerini aramış ve saatler içinde doktor olduğunu apaçık belli eden bir adam buraya gelmişti. Beraberinde yirmilerinde olduğuna emin olduğum hatta daha genç bir delikanlı da gelmişti ancak onun içeriye girdiğini görmemiştim. İçeriye giren adam montunu çıkarıp beyaz önlüğünü ortaya serdiğinde kalbimin dört nala koşuyormuş gibi mutluluktan çırpınışının etkisini hala hissedebiliyordum.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now