Bölüm 52: Aile

7.4K 325 345
                                    

Ufak bir şey denemeye geldim: Yeni bölüme şu gün gelecek ya da siz +300 yorum yapmadan gelecek demiyorum ama bölüm hazır olsa bile bu bölümdeki yorum sayısının 300'e ulaşmasını bekleyerek yeni bölüm vermeyeceğim. Derdim vote değil, gerçekten yorum istiyorum.

+300 yorum gelmeden yeni bölüm atmayacağım.

Keyifli okumalar.

Bölüm 45 sayfa.

Bana ulaşmak için instagram: @ yasoley


Tekrar ediyorum: +300 yorum.














Küçükken babamın köstekli bir saati vardı. Zinciri gümüştendi. Renginin kararmadığı vakitlerde babam oynamam için elime verirdi. Küçükken çok iştahlı bir çocuk değildim. Yaşıtlarıma göre fazla çelimsiz bir yapım vardı ama kolay kolay da hastalanmıyordum. Yine de küçük bedenim babama biraz ürkütücü görünüyor olmalıydı ki beni çeşitli ikna etme yöntemleri ile birlikte yemek yemek zorunda bırakabiliyordu, başarıyordu da.

Bir keresinde elime verdiği köstekli saat eşliğinde annemin yaptığı ıspanak yemeğini yememek için direnirken bana istersem köstekli bir saatle tüm zamanı durdurabileceğimi ama durdurduğum zamanın ne olursa olsun yeniden başladığında hep bıraktığım noktadan devam edeceğini söylemişti.

Ona büyüttüğüm gözlerimle baktığımı hatırlıyordum. Karşımda büyü yapmış gibi şaşkınlık doluydum ama hissettirdiklerini daha farklı tanımlayamıyordum. Şimdi bile zihnimde canlanan bu görüntüde babam o gün bana hatırladığım gülümsemenin ardından aynı duyguyla bakıyordu. Kıyamayıp beni kucağına almış, köstekli saatli avcumu avcunun içine alarak bana uzun uzun açıklama yapmıştı. Zamanı durdurabilirsin derken abarttığını itiraf etmişti ama yine de zamanı durdurmak baktığında kafada dönen sistematik bir oyundu da. Yani imkansız değildi.

Eğer ıspanak yemeğimi yemek için biraz daha vakit harcamak istersem saat ben ıspanak yemeğimi yemeye devam edene dek hep on iki de takılı kalacaktı ama ıspanak yemeğimi yersem zaman akacak, öğleden sonrası için çocuk parkına gidebilecektim. Zümrüt o zamanlar artık yoktu.

Onu o zamanlar hatırladığımda köstekli saatin epey gerisinde yalnız başıma babamın kucağındaydım. Annemin o gittikten sonra eşyalarını yıkayıp, ütüleyip kaldırdığını hatırlıyordum ama nereye ne şekilde koyduğunu bilmiyordum. Tüm olanları düşündüğümde ve Uluç'un ritmik bir şekilde atan kalbinin sesini dinlediğimde düşünmeye başlama noktam buydu. Zihnim bir köstekli saati ekvator çizgisi gibi temel almıştı ve bu ekvator çizgisinin bir tarafı geceyken diğer tarafı gündüzdü.

Şimdi ikiye bölünen zihnim o zamanlar da olduğu gibi masum değildi ama çizginin geceye bürünmüş kısmında bir uçurtma uçuyordu.

Köstekli saat bir an için bana aynı zamanda madalyonun iki yüzü gibi gelmişti. Bir yüzeyinde televizyonlarda beliren genel izleyici amblemi gibi amblem vardı ve diğer yüzeyinde de yedi yaş ve üzeri içindir diyen artı işareti ve yedi rakamı kazınmıştı. Belki uyarı dolu yüzeyi korkutucu hissettirmeliydi ama artık bundan korkmuyordum.

Çizgisiz bir kağıdın ortasına kurşun kalemle düz bir çizgi çekebilecek kadar kısa bir sürede uykuya dalmış, geçen o kısacık süreye uyuyup uyanmıştım. Annem küçükken bunlara melek uykusu derdi. Hatırlayınca gülümsemeden edemedim.

Uluç anlam vermediğim bir masumiyete hakimdi ve artık ona kıyamıyordum. Uluç'a kıyamıyordum ve ondan tiksinmiyordum. Ona dokunurken artık aklımda korkutucu soru işaretleri yoktu, tedirgin oluyordum ama korkmuyordum. Belki de hayatımın en büyük hatasını yapmaya başlamıştım ama artık önemli değildi. Uluç'un yaptığı bu şey, beni aileme getirmiş olması kolay kolay unutabileceğim bir şey değildi çünkü bu işin boyutlarını artık biliyordum ve ailemi yeniden ne zaman göreceğim hakkında bir fikrimin olmadığı kesindi. Bundan sonrası için onlara ne tür bir yalan uyduracağımı düşündüm. Zihnim durulmuş bir su kadar berraktı ve orada yalanın is bırakan lekesi yoktu. Belki de Uluç'a sormalıydım ama bir an için hissettiğim huzura kendi elimle çomak sokmak istemiyordum. Yine de bunu yanlış programlanmış bir robot gibi yapmayı becerebiliyordum. Hatta hissettiğim benliğimin içinde düşüncelerim birbiri ile savaşa girmiş küçük renkli balonlar gibiydi ve patlayan her balonun içinden rengine ait boyalar dökülüyordu. Bu bir an için bana tanrının insanlara dağıttığı duyguların yansıması gibi göründü. Belli bir sıralamaları yoktu ama güçlü olan daha geç patlıyordu ve hissettirdiği ıslaklık daha yakıcı, kavurucu ya da dondurucu oluveriyordu. Yüzüm rengarenk olmalıydı.

SAHİPSİZDove le storie prendono vita. Scoprilo ora