Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil, Part 1

4.5K 212 227
                                    




İnstagram üzerinden takip edenler biliyor ama kısaca buraya da açıklık getireyim. Yazmaya devam ediyorum, bölümü partlara ayırmak gibi bir niyetim yoktu ama ayırmadığım için olan uzun bölümü wattpad'in sorun yaratmadan vermeyeceğinden eminim. Part 1 ve Part 2 diye ayırdığımdan Part 2'yi de gelecek olan diğer önemli olayla işleyip Part 2'den sonra SAHİPSİZ BİRİNCİ KİTAP FİNALİ'Nİ vermiş olacağım.

SAHİPSİZ BİRİNCİ KİTAP FİNALİ'Nİ verdikten sonra kurguyu toparlamak adına biraz soluklanacak ve bu sırada RENKARNASYON'A kayacağım.

Benimle iletişime geçmek ve nerede ne yapıyor olduğumu bilmek adına lütfen instagramı kullanın çünkü merakınızı giderecek olan tüm sorunların ve soruların yanıtlarını oradan veriyordum.

Covid olduğumuzda mesaj atmış olan herkes ayrıca ve yeniden teşekkür ederim. Lütfen dikkat edin ve evde kalmaya devam edin.

Sizleri seviyom.
Sınır koymuyorum ama bir önceki bölümün istatistiklerinin çok çok altına lütfen düşmeyelim.










Acının yansıması olurdu.

Bunu ilk olarak annemin yüzünde görmüştüm. Zümrüt'ün de olması gereken doğum günümde baş köşeye konulan fotoğrafına annem, babam ve ben aynı anda bakakaldığımızda acının varlığı önümde duran pastanın üzerine aslında birer günah tohumuymuş gibi serpiştirilen mumların yansımasındaydı.

Sekiz, dokuz, on, on bir. Aklım acıyı kabullenmeyi öğrendiğinde bu yılların içinde elimde top sektiriyordum ve eğer acımı yansıtırsam yanacağımı, dışlanacağımı, garip ve ayıp bir şey yapıyormuşum gibi yadırganacağımı hissediyordum. Gökkuşağını oluşturan renklerin pamuk tarlasından doğarak samanlaşmış otların bulunduğu kurak topraklarda son bulduğunu da o günlerde anlamıştım. Buna kendim inanmış, dahası inandığım bu gerçeği resmetmiştim de. Anneme çizdiğim resmi gösterdiğimi, daha doğrusu göstermeye çalıştığımı hatırladım. Onunla aramızdaki suskunluğun hep boğazımı yırtmak istediğini düşünmüştüm.

Annem benimle hiç konuşmadı. Anneme bu konuyu hiç açamadım ve hissettiğim garipliğin düğümlerini hep kendi kendime çözmeye çalıştım. Ama eğer annemle konuşmuş olsaydım acının bildiğim ilk yansıması bu an'da saklı kalmazdı. Belki resmettiğim gerçekler pamuk tarlasından doğmaya başlayıp başka bir pamuk tarlasında son bulurdu.

Pamuktan ip yapılırdı. İple örgü örülürdü, ayakları sıcak tutmak için patik örülürdü, renkli çiçekleri olan bir bere de güzel olabilirdi ama zihnimdeki düğümün ipinin ucundan tutup çekiştirmeye başladığımdan beri ne bir patiğim ne de renkli çiçekli bir berem oldu.

Zihnim annemin ellerinden çıkmış bir bereyle ısınmadı ama babam beni hep üşüdüğüm yerlerimden öptü.

Annemi suçlamadım. Annem her ne olursa olsun akşam yemeklerinde masanın baş köşesine gelip oturduğu sürece onu suçlamazdım. Ne zaman masanın başı onsuz kalır, o zaman ona öfke duyardım biliyordum, ama annem bunu hiç yapmadı. Belki de yapamadı. Annem zihnimde hep bir yerde sabit bir şekilde durmak zorunda bırakılan nesne gibiydi, onu; ona varılan bir nesne olmaktan, onu cansız kılmaktan ayıran şey nefes alıyor olmasıydı çünkü geçen onca zaman içinde annemle göz göze gelmemiz bile sayılıydı. Annemin göz rengi kahverengiydi ve ben gözlerinin kahveliklerinde barındırdığı güçsüz sarı renkteki çizgileri tam olarak ayırt ettiğimde on bir yaşındaydım. Annemle göz göze gelmiştim ama bu göz göze gelme eylemi tesadüften çok uzak bir eylem değildi. O sıra ona dikkatle bakıyordum ve o da refleks olarak başını kaldırıp bana bakmıştı. Aslında bana bakmamıştı. Pervazında durduğum kapının gerisine, esen rüzgardan dolayı savrulan yaprakların görüntüsüne bakıyordu.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now