Bölüm 35: Çaresizlik,

37K 1.4K 286
                                    

Bu bölümü sevgili sınıf arkadaşım Sumeyyekarslan'a ithaf ediyoruum.

Okumadan önce lütfen şurayı bir okuyun. Bölüm 22 Şubat gelecek dedim ama baktım bitti bende ekledim. Bundan sonraki süre hala 22 Şubat için geçerli. Yani bir sonraki bölüm 22 Şubat'ta gelecek.

Ve bir şey rica edeceğim. Lütfen satır aralarına yorum bırakır ^^ Çünkü onları okumak beni ciddi anlamda çok ama çok mutlu ediyor.




Birileri, özellikle konuşmamayı konuşanlardan iyi bilenler bir ses duyardı. Bu ses öyle bir sesti ki seni sağır eder, dört duvar arasına kitler, dilini yalnızca susmak için hareket ettirirdi. Gözlerden asla yaş akmazdı ama yanakları ıslak olurdu. O birileri her zaman bir şey bilirdi. Kimse ondaki sırrın ne olduğunu bilemezdi. Hatta çoğu insan onları yargılardı. Hiç olmayan şeyleri olur görürlerdi.

Ama o birilerinin bu hiçbir zaman umrunda olmazdı. Çünkü bilirlerdi: Her şeyin bir zamanı vardı ve günü geldiğinde sen istimesen bile tenine yapışan bir lanet gibi seni kurutur, olduğun yere pul pul dökülmeni sağlardı.

Uluç onu ilk defa böyle görmemi sağladı. Kocaman cüssesi bir iskelete dönüşmüş gibi geldi çünkü teninin rengi o kadar beyazlamıştı ki içinde ruh olduğuna inanmak bin şahit gerektirirdi. Tüm hareketliliğe inat ellerim benimle oyun oynamak istermiş gibi titredi. Aslında oyunu Uluç'la oynuyordu ama karşımda ki Uluç için bunu yapmam adil olmazdı. Her şey olabilirdim ama hiç  ummadık anda, karşımdaki kişi tüm gardını indirmişken ona son tekmeyi vuramazdım. Çünkü ben onun kadar savunmasız değilimdir. Ne olursa olsun sırtıma yüklediğim bir gard her zaman bulunur ama bunu yalnızca ben ve benim gibiler bilir.

Çünkü benim gibiler acının tatlı oyununa ayak uydurmuştur.

Uluç gardını indirmemişti fakat onu ilk defa bu kadar çaresiz görüyordum. Eminim annesinin başına gelenleri gördüğünde bundan daha kötü olmuştur ama şu an gördüğüm Uluç'un iyi olmadığını herkes anlardı. Kafasını kaldırıp bana ya da Savaş'a bakmadı. Gözlerini diktiği tek yer Savaş'ın elinde tuttuğu telefondu. Yeni bir haber gelmesini beklemediğini biliyordum. Onun yaptığı sadece gerçeği saniyerler üzerine yayarak daha kolay hazmetmekti.

Uluç kafasını kaldırıp uzun bacakları üzerinde durduğunda çöküntüsünün bu kadar büyük olduğunu görebiliyordum. Fakat ben ve benim gibiler bunun yalnızca ayakta kalmak için bir çaba olduğunu çoktan anlamıştı.Bundan emindim. Bundan son derece emindim.

Şu anda, geçmiş saniyeler yükünü gelecek olan saniyelere bıraktığı şu anlarda Uluç bunu bana gösteriyordu. Yıkılmıyordu ama odasının açıkta bıraktığı pencereden tanıdık bir hava girmişti. O hava Uluç'a değene kadar onu korkutmamıştı fakat Uluç'a temas ettiği anda Uluç bir gariplik olduğunu anlamıştı. Bu hava tanıdığı o hava değildi. İçinde başka diyarların kokusu vardı. Uluç çırpındı. Önce çaresiz olduğunu belli etmemeye çalışarak bir bardak viski doldurdu. Başta yavaş içecek oldu ama zaman onu yenilgiye uğrattı. Ağzında hiçbir boşluk kalmayacak şekilde viskiyi yudumladığında onunla göz göze geldim.

Benim bildiğimi biliyordu. Onu görebildiğimi biliyordu. Bu yüzden önce bana bakmak istemedi fakat geri çekilmekte istemiyordu. Ayakta kalabileceğini gösterdiği kararlı bakışlarını bana atarken geri çekilen ben oldum ve bakışlarımı ondan çekerek Savaş'a yönlendirdim. Telefonu sehpanın en uç noktasına koymuş bakmaya devam ediyordu. Benim ona baktığımı hissetmiş gibi kafasını kaldırdığında göz göze geldik.

O da benden farksız değildi. Konuşacak bir kelime bulamadığı kımıldayan ama hiçbir ses çıkaramayan dudaklarından belliydi.

"Acıyorsunuz değil mi ?" Ses Uluç'a aitti. Ondan korkmamaya çalışarak yönümü ona çevirdim. Bardağı bırakmış viski şişesini tepesine dikiyordu. Boynunu kaldırıp viskiyi yudumladığında adem elması hareket etti. Dudaklarım istemsizce birbirine bastı ve dilim ağzımın içinde birikmiş olan enzimleri geriye itti.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now