Bölüm 7: Bende öyle düşünmüştüm,

48.7K 1.7K 32
                                    

Ensemde topladığım saçlarıma son bir defa daha bakıp tatmin olduktan sonra çantamı elime aldım. Her şeye rağmen hayat devam ediyordu ve benim girmem gereken dersler vardı. Siyah kot pantolonun üzerine siyah uzun ve salaş bir bluz giymiştim. Portmantodan ceketimi alırken aynadaki görüntümden memnundum. Tam çıkacakken dünkü aldığım bileklikler ilişti gözüme. Hala anahtar kutusunun içindeydiler. Poşeti elime alıp bir tanesini çıkardım. Küçük kızın Zümrüd için verdiği bileklikti bu. Geri koymak için hamle yapmıştım ki nedensizce hemen sonra vazgeçtim. Bilekliği kutusundan çıkarıp sanki ilk defa görüyormuşum gibi yeniden inceledim. Kırmızı ve uzun kuyruklu olan Anka'nın etrafında siyah çember sarılıydı. Bu ona şu kafesin içinde mahsur bırakılmış kuş ifadesi veriyordu ama o can alıcı kırmızılığı bunun aksini bas bas bağırıyordu adeta. Ne kadar uçuk bir efsane karakteriydi bu kuş. Ölümünü hissetmek ve bunun için hazırlanmak. Cidden akıl almaz bir şeydi. Uydurulmuş bir efsane sanki. Kutusuna geri koyup aldığım yere bıraktım. Adımın Anka olması ona inanmamı gerektirmezdi değil mi ?

Kafamı soğuk direğe dayarken düşünmeden edemiyordum. Bu günlere kolay gelmemiştim. Pek çok şey yaşamış, kayıplar vermiştim. Birçok defa da değer verdiğim insanlar için kendimden ödün vermiştim. Şimdi de onlardan birini yapıyordum işte. Melisa için hayatımı riske atıyordum. Yaptığım kendime bencillikti belki de çünkü onu hiç düşünmüyordum. Dili olsa konuşurmuydu acaba ? Olsa bile sustururdum sanırım. Kendime kördüm ben her zaman.

Nefesimin daraldığını hissettiğimde kafamı dayadığım soğuk direkten çekip durağa baktım. Neyseki gelmiştik yoksa eminim burada da bir kusma faciası atlatabilirdim. Oldum olası araba yolculuklarını sevmezdim. Kokusu midemi bulandırırdı hep. Bu yaşıma kadar da bu kadar sık araca binmemiştim zaten. Ortaokul ve lise yıllarım okula yakın olduğundan yürüyerek geçerdi. Hem mide bulantısından kaçmış olur hemde dinginleşirdim yürürken. Psikoloji doktoruna giden hastalar gibiydi yürümek benim için. Derdimi anlattığım ve rahatladığım bir terapiydi bir nevi. Kaç tane köpek ve kediyle arkadaş olmamıştım ki. Randevulaşırdık artık. Onlar benimle hep aynı köşede buluşur ve kocaman bir simit ile ödüllendirilirdi. Ama sonra beklemez oldular ve artık randevulaşmayı da kestik. Ağladığımı bilirim gelmiyorlar diye. Ne kadar saçma yıllardı öyle. Sanırım ergenliğimin derin zamanlarında olsa gerekti. Yoksa hiç kimse sokaktaki köpekle arkadaş olduğunu sanıp randevulaşmazdı değil mi ?

Otobüsten inip etrafıma bakındım. Benim gibi birçok avukat, hakim, savcı adayı ilerliyordu kampüse. Acaba bir gün gerçekten adaylıktan çıkıp Avukat Anka Savurgan olabilecek miydim. Kendimi akımın içine bırakıp kampüse doğru ilerlemeye başladım.

Kafam önüme eğik bir şekilde ilerlerken

"Bende öyle düşünüyordum." Dedi bir ses. Yavaşça kafamı kaldırıp yanı başımdaki sese döndüm. Cankat'tı bu.

"Ne düşünüyordun ?" Dedim yüzüne bakmayı sürdürürken. Cankat'la üniversite başından beri arkadaştık. Yani benim açımdan öyleydik. Ama ona göre aramızda anlam veremediği bir bağ varmış. Benim farkedemediğim bir bağ!

"Birlikte güzel bir kahve içebileceğimizi ." Dediğinde gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. Bu kadar ısrarcı olması beni gerçekten boğuyordu. Birçok defa kahve tekliflerini reddettim çünkü ben o bağ kavramını saçmalık olarak görüyordum. Onu ümitlendirmemek adına da bu tür girişimlere izin vermiyordum. Ama bu kadar ısrarcı olması işimi zorlaştırmıyor değildi.

"Öyleyse kantinde görüşürüz." İşte bir kaçma evresi daha. Sıradan arkadaşlar arasında bir kahvenin zararı olmaz diye düşündüm. Zaten genellikle boş zamanlarımızda Melisa'yla yaptığımız bir şeydi. Bana üç kulaklıymışım gibi bakmasını göz ardı ederek vedalaşmadan hızlı adımlarla mesafeyi açıp içeri girdim.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now