Bölüm 43: Dilek Taşı,

26.1K 1.2K 135
                                    

@@mmerza adlı okuyucumun başına talihsiz bir olay gelmiş ve kitabı silinmiş, şimdi yeniden yazmaya başladı ve biraz desteğe ihtiyacı var. Bu tip reklam işini sevmediğimi biliyorsunuz ama eğer okumak için kitap arıyorsanız bakın derim. 

İletişim için

instagram: _eleutheromania_1

ask.fm: jasmin_psh

*

Acıyı ayaklar altına almak, topuğunu acının başı dediğimiz noktada gezdirmek acıyı öldürmüyordu. Bunu savunanlar vardı, belki başarabilenler bile vardı ama ben bunu kabul etmiyordum. Etmiyordum çünkü bende işe yaramıyordu. Bir adım geriye çekilip sırtımı kapının bitişiğinde olan boşluğa dayadım. İşe yaramıyordu çünkü ben topuğumla baskı uyguladığım acıyı yerin dibine gömemiyordum. Ben acıyı yayıyordum. Ben acının hacmini kalbime ait olan dört odacığın üzerinden eriyen bir mum gibi akıtıyordum ve bunu yapmaya başladığım günden beri kalbimi daha az hissediyordum. Üzerinde kurumuş olan mum soğuyup yeniden kalıplaşıyordu.

Kalbim, dedim. Ellerim Uluç'tan işittiğim son cümle ile kalbimin üzerine konmuştu. Gidebileceği tek yer orası gibi doğrudan oraya kondurmuştu kendini. 

Kalbim, orada mısın?

Sırtımı dayadığım yerden koparıp öne doğru adımladım. Verandanın basamaklarına gelene dek dönüp arkama bakmadım. Zaten ne kadar uzaklaşmıştım ki? Üç adım mı, ya da beş adım mı? Dönüp aralık bıraktığım kapıya baktım. Uluç görünürde yoktu. Belki de hala telefon görüşmesi yapıyordu. O aralıktan geçip içimdeki tüm boşluğu doldurmak istedim. O aralıktan çıkan yalnızca ben olmadım. Uluç'tan vazgeçemiyordum. Sandığım kişinin olamayacağını söylediğim an sanki büyük bir oyunun içine düşmüşüm gibi tersi olup beni yanıltıyordu. Uluç başlı başına bir oyundu. Zekiydi. Can yakmasını seviyordu. Tuzaklar kurmasını seviyordu. Can almasını seviyordu. Nefret ettiği kişilerin en sevdikleri oyuncaklarını da yine o alıyordu. Ve bu hiç bitmiyordu. Hiç bitmiyordu çünkü o artık içindeki çocuğu bastırmasını öğrenmişti. Ve onun masumane isteklerini belki bilinçli olarak belki de bilinçsiz bir şekilde kendisine katmıştı. 

Verandanın basamaklarını inip en yakın ağaca adımlamaya başladım. 

  Seni kalkan olarak kullansam sorun olur mu Anka?   

Zaten tüm planı benim için yapmışken beni neden sürekli aksine inandırıyordu? Neden gerçeği hep siyah bir hale büründürüp onu korkunç göstermeye çalışıyordu. Gerçekler zaten korkunçtu. 

"Ne yapıyorsun orada?" Uluç'un sesini duyduğumda henüz ağacın dibine gelebilmiştim. Zaten çok uzak değildi.

Seni sorguluyorum, demek istesem de bunu yapmadım. Yavaşça ona döndüm. Verandanın benden tarafa olan kısmına gelmişti. Elleri korkuluğa tutunmuş, her zaman ki kısık gözleriyle beni izliyordu. 

"Nefes alıyorum." Alt dudağını emdi. Bunu istemsizce yapmıştı. Göz kırpmak kadar doğal görünmüştü gözüme. Doğrulup kalçasını verandanın tahta korkuluğuna dayadı. Beni izlemeye devam ediyordu. Kendimi göz hapsine alınmış gibi hissettim ki zaten öyleydi.

"Sen ne yapıyorsun?" Dedim sanki normal bir sohbetin eşiğindeymişiz gibi. Bir şeyden eminsem biz bu adamla hiçbir zaman normal bir ilişki kuramayacaktık.

"Nefes alıyorum."Benim kadar yavaş değildi. Konuşurken hiç dalga geçiyormuş gibi de değildi. Uluç orada kendini korkuluğa yaslamaya devam ederken uçurumdan atlarken ne hissettiğini düşündüm. Korkmuş muydu? Ben korkmuştum. Eğer bana her zamankiler gibi işlerin kontrolü altında olduğunu söyleseydi korkmayabilirdim. Çünkü Uluç'tan emin olurdum. Oradayken, uçurumun kenarında beni kalkan olarak kullanan bir Uluç hoşuma gitmemişti. Boynuma elleri çok zaman dolanmıştı, daha kötüleri bile olmuştu ama onunla yaşadığımız herhangi bir şey bile beni derinden etkiliyordu zaten. Bana ne olduğunu bilmiyordum.

SAHİPSİZWhere stories live. Discover now