39-) "Tartışma."

1.4K 139 69
                                    


Bölüm Otuz Dokuz

"Tartışma."

.
.

Sabahın erken saatleriydi. Koyu yağmur bulutları gökyüzünü kaplıyor, yer yüzünü kasvetli soğuk bir tona bürüyordu. Üzerimdeki kazak tek başına yeterli gelmediğinden ötürü, ötelerden esip gürleyen rüzgar iliklerime kadar titretiyordu beni. Ateş söndüğünden beri geceki kadar sıcak olmasa da içerisi, hâlâ daha biriktirdiği ısıyı yitirmiş değildi tam olarak. Bu yüzden kendimi dışarıya atmakta zorlandım, sıcacık yorganın altında kıvrılıp uyumaya devam etmek istedim fakat artık iyi olduğumdan ötürü bir türlü uyku bana uğramıyordu. Biraz da Eren'in zoruyla aldığım uyku bana tamamen yetmiş, ağrıyan çoğu bölgemi geçirmişti. Ateşim düşmüştü, artık kendimdeydim.

Ön bahçeden aşağıya doğru inen küçük yokuşu takip ettim. Hemen sağ tarafta ahırın girişine yakın bir köşede kırık bir kasa üzerinde Eren oturmaktaydı. Ellerinde eldiven, gözünde bir gözlük vardı. Dirseklerini dizlerine yaslayıp hafifçe eğilmiş, kamburunu çıkarmıştı. Dikkatli bir şekilde yere bakıyordu. Geldiğimi fark edince doğrulmadan başını kaldırdı yalnızca. Bana doğru kısa bir bakış attı.

"Biraz daha uyusaydın. Henüz çok erken." dedi mekanik bir sesle. Bütün gece uyumadığından ötürü göz altları hafifçe çökmüş, morarmıştı. 

"Sen bütün gece ayaktaydın." diye mırıldandım. "O elindeki ne?"

Kalın eldivenlerinin sarmaladığı parmakları arasında beyaz bir sprey kutusu tutuyordu.

"Luminol. Kanın içindeki demirle etkileşime girip mavi bir ışık yayıyor. İzleri tespit edip yok etmek için kullandım." diye açıklarken elindeki kutuyu yere bırakıp doğruldu.

"Ceset ne oldu?"

Ağır ağır ayağa kalktı ve karşıma dikildi. Sanırım yorgunluktan göz kapakları ağır gelmeye başlamıştı. Baygın bakıyordu. "Lapa haline gelene kadar birkaç aşamada erittim. Buradaki evlerin ortak bir kanalizasyonu yok. Evin arkasında kapalı haldeki derin bir çukura bağlı tuvalet. Direkt oraya boşalttım. İşimiz bitti yani. Gidebiliriz."

Her an karşımda yere yığılacakmış gibi görünse de bunu asla yansıtmamaya çalışıyordu.

"Yorgun görünüyorsun. Dinlenmeyecek misin?"

"Gerek yok. Otele gidince uyurum." Bir iki adımda bana yaklaşıp kolunu uzattı ve elinin tersini alnıma yerleştirdi. "Güzel." diye mırıldanıp kolunu geri çekti. "Evin içini eskisi gibi yap. Birkaç kutu var. Onları da arabaya yerleştir. Ben de son bir kez daha bakayım şu yere." Bir şey söylememi beklemeden arkasını döndü işe koyulmak üzere fakat birden duraksadı, tekrardan bana doğru döndü. "Aç mısın? Bayadır bir şey yemiyorsun."

"Şehre kadar dayanırım. Sorun yok." Açlıktan midem bulanıyordu. Ateşten ötürü dönen başım olmasa da boş midem de aynı yan etkiyi gösteriyordu. Ateşin zayıflattığı bedenimin besine ihtiyacı vardı fakat yine de bir süre bekleyebilirdim.

Birbirimizden ayrıldık tekrardan. İstediği gibi evi düzenledim. Zaten neredeyse hiçbir şeye dokunmamıştık. Yalnızca dağılan yorganlar ve şöminedeki fazladan küller dikkat çekebilirlerdi. Yorganları katlayıp yerlerine yerleştirdim, külleri de kürek yardımıyla dışarıya taşıyıp bahçedeki boş bir noktadaki toprakla karıştırdım. Geriye kutular kalmıştı. Onları da arka bahçeye park ettiği arabaya yerleştirdim. Kısa bir süre sonra elinde aşağıda kullandığı alet edavatıyla geldi, bagaja yerleştirip sürücü koltuğuna oturdu. Derin bir nefes almış, gözleri ilerideki herhangi bir noktaya dalmıştı. Fazla yorgun duruyordu ama bunu bir daha dile getirme gereği görmedim, zaten beni dinlemeyeceğini biliyordum. 

Masum CinayetlerWhere stories live. Discover now