48-) "Dost."

1.8K 111 31
                                    

Bölüm Kırk Sekiz

"Dost."

.
.

''Nereye gidiyoruz?''

Arada bir belki de düşük çeneli biri olmasından ötürü bir şeyler söylese de, ikimiz de sessiz kalınca o da susmuştu bir süre sonra fakat şimdi iki tarafı da ormanlarla kaplı bu toprak yolda ilerlerken içine kuşku düşmüş olacaktı ki yeniden konuşmaya başladı. Sol taraftan camın ötesini izliyordu belli etmemeye çalıştığı bir endişeyle. Nerede olduğunu çözmeye çalışıyordu büyük ihtimalle fakat burası şehre oldukça uzaktı, bir köy yoluydu.

''Aman, aldım başıma belayı!'' diyordu saçlarını geriye atarken. Dikiz aynasından gördüğüm birkaç ter damlası alnından aşağıya süzülüyordu usulca fakat yine de paniğe kapılıp etrafı birbirine vermedi. ''Öldürülmesek bari.''

''Evimiz biraz uzakta.'' dedim dikiz aynasından bakışlarımız kesişirken.

''Yalnızca birkaç saatliğine gönderdiler beni. Şimdiden zaman doldu bile. Bunun bir de geri dönüşü var.'' diyordu hafiften çattığı ince kaşları onu kibirli gösterirken.

''Sorun yok. Patronunla konuştuk.''

Bana garip bir bakış attı ve tekrardan başını çevirip camdan dışarıyı izlemeye devam etti. Muhtemelen garip fantezileri olan çiftlerden biri olduğumuzu düşünüyordu ama bu mesleği icra ediyorsa herhalde böyle insanlarla fazlasıyla karşılaşmış olması gerekirdi, öyle değil mi? Bu kadar tedirgin olmasının sebebi yalnızca onu ormana doğru çekmemiz miydi?

Eren yolculuk boyunca ağzını dahi açmamış, parmak boğumları direksiyonu sıkmaktan beyazlarken gözlerini yoldan ayırmadan karanlığı yaran arabasını süratle sürmeye devam etmişti. Onun aklından nelerin geçtiğini az çok tahmin etmeye çalışsam da o kadar gürültülü ve ürkünç bir zihnin içinde olup bitenleri bilebilmem mümkün değildi herhalde. Sinirli de duruyordu, üzgün de. Hemen arabayı kenara çekip arkadaki genç adamı öldürecek gibi de duruyordu, ona sarılıp ağlayacak gibi de. Ya da geriye dönüp o yeri patlatabilir, patronlarını alıp kellesini elektrik direğine de asabilirdi. Her an bunlardan herhangi birini yapabilecekmiş gibi bir şekilde, resmen diken üstünde kullanıyordu arabayı. Yine de tedirgin edici bir sessizlik hakimdi ona, tıpkı her fırtına öncesi sessizlik gibi.

Zaman bir süre daha önümüzdeki yollar gibi akıp geçti altımızdan, ağaçlar sıklaştı ve araziler gittikçe genişledi. Birkaç kere farklı patikalara girdik, tekerlekler bazı buz tutmuş yolda ilerlemekte zorlandılar ve nihayet eve gelebildik. Gecenin çok geç bir saatiydi, parlak bir ay asılıydı gökyüzünde. Hiç yıldız göremedim, sanki birileri büyükçe bir süpürgeyle gecenin lacivert örtüsünün altına süpürmüştü hepsini. Yalnızca kocaman bir ay, yaydığı grimsi bir ışık, etraftan duyulan ama asla görülemeyen hayvanların sesleri, uzaklardaki ağaçların hışırtıları... Ve artık kendi öz evimden çok alıştığım, hiçliğin, mezarlıkların arasındaki ev; her şeyden kaçmak için sığındığımız mabet. Bahçesine rastgele park etti arabayı ve öylece bekledi. Parmaklarını direksiyondan ayırmaktan korkuyor gibiydi, hiç kıpırdamadı. Belki de yalnız bırakmalıyım, düşüncesiyle kapımı açıp aşağıya indim. Sonunda bir yerlere gelmenin, ormanda rastgele öldürülüp de gömülmemenin verdiği rahatlamayla Gece de indi hemen aşağıya ve bu hiçliğin ortasındaki evi süzmeye başladı.

''Burası mı eviniz?'' diyordu bir eve bir de ilerideki ormanlık alana bakarken. Gördüklerinden ürkmüş olacaktı ki bana doğru yanaştı yavaşça ve bu yaptığını o an komik buldum. Taştan topraktan korkup da insanoğluna sığınmanın mantığını anlayamadım pek, oldukça safça geldi ama yine de bir şey demedim. Karanlıktan kendisini korumak için bir yabancıya sokulduğu gerçeğini görmezden geldim. Belki zamanla ona da öğretirdik en korkunç varlığın kalbi atan bir insan olduğunu.

Masum CinayetlerWhere stories live. Discover now