50-) "Sarhoş."

1.1K 103 51
                                    

Bölüm Elli

"Sarhoş."
.
.

Bazı güçlü adamlar çok ilginç.

Yüzyıllar boyunca kimisine tarih kitaplarında, kimisine kurgusal roman evrenlerinde rastladığım imparatorlar, krallar, prensler ve yöneticiler belki yaşadıkları dönemlerin en güçlüleri, en zenginleri, en sevilenleri ya da en çok korkulanlarıydı. Kocaman kaleler inşa ettiriyor, altından saraylarının bahçelerinde kendilerini korumak için canlarını verecek muhafızlar eşliğinde yaşıyorlardı. Dışarıdan bakınca yaklaşılması, yıkılması, çok tecrübeli ve güçlü bir askeri donanma olmadan, kanlı stratejik bir savaş vermeden mümkün değil gibi gözüküyordu.

Ama insanoğlu garip. Hem de çok garip.

Belki de onlarca stratejiye basan kafaları, en hileli tuzaklara bile düşmelerini engelleyebiliyorken, bir kadına, bir çift güzel göğse, kıvrımlı bir kalçaya, kırmızıya boyanmış dudaklara aldanıyordu. Yanlış kişiyi yataklarına alıyorlardı! Bir düşmanı, kurşun geçirmez saraylarına, en savunmasız oldukları inlerine alıyorlardı! Yalnızca bir anlığına başlarını çevirecek olsalar, biricik prenseslerinin, kraliçelerinin ya da metreslerinin savurduğu bıçak darbesiyle boğazları deşilebiliyordu. Belki de onlarca yıl sürdüğü hüküm, ülkeyi savaşlardan zaferle çıkardığından yakaladığı ün, onca başarı, halkın saygı ve sevgisi bir anda bitiriliyordu bir çift güzel göz sahibi tarafından! Hem de orduya ve onların kıvrak stratejilerine gerek kalmadan!

Gardını her daim korumuyorsa, güçlü olması neye yarar?

Aklıma Türk Kağanlarına gönderilen Çinli prensesler geldi birden. Tarih tekerrürden ibarettir neticede, bu da beni Çinli bir prenses mi yapıyordu acaba?

Devran değişti ama zenginlerin saray tutkusu bir türlü değişmedi.

Karşımdaki devasa malikaneyi izliyordum Fatih arabasını bahçede rastgele bir yere park ederken. 8 koruma saydım. 3 tanesi bahçe kapısında, 2si malikane önünde devriye geziyor ve diğer 3ü de bahçenin ayrı ayrı noktalarında ayakta dikiliyorlardı. En az bir bu kadarının da arka bahçede olduğuna emindim.

Fatih beni yönlendirirken ben de sesimi çıkarmadan onun adımlarına aynen ayak uydurdum. Girişteki merdivenleri çıktık, açtığı kapıdan önce benim girmem için bekledi.

Dışı kadar içinin de epey bir mütevazı (!) olduğunu söylemeliyim. Tavanın yüksekliği ve motifleri bana kiliseleri hatırlattı. Bir an duvarlarında kutsal çehre sahiplerinin portrelerini görür gibi oldum ama dönen başımın sebep olduğu bir illüzyon da olabilirdi.

Midem bulanıyordu.

"Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordu salona girerken. Uyuşturucuda gerçekten de epey bir para varmış, diyordum bu sırada içimden. Girişten salona varmamız 16 adım sürdü. Yine yüksek bir tavan, tertemiz parlak seramikler, tavandan sarkan kristal motiflerle dolu devasa avize, bir de yalnızca salonun bile ortalama bir daire büyüklüğünde olduğunu da unutmazsak, işte kanlarına zehir karıştırdıkları insanların parasıyla inşa edilmiş mükemmel bir saray! Hiç mi değişmez insanoğlu? Halkın kanından ne çok şey inşa eder bazıları! Ne muazzam bir sanat aslında!

"Hayır. Yeterince içtim."

Midem bulanıyor... Başım mı dönüyor yoksa dünya mı? Dünya hep dönüyor! Ama ya hızlandıysa?

Masum CinayetlerOù les histoires vivent. Découvrez maintenant