42-) "Paramparça."

1.4K 120 14
                                    

Bölüm Kırk İki

"Paramparça."

.
.

Berbat bir haldeydi. Kanlar içerisindeydi. Parmak boğumları, boynu, yanakları, dudağının kenarı ve hatta göz kapaklarına kadar ulaşmıştı kan lekeleri, birer dövme gibi sarmalamıştı derisini. Uzun süredir sessizliğini koruyarak oturduğu koltukla bir olmuş bir haldeydi. Hareket dahi etmeden dalgın bakışlarla yeri izlemekte, kendi iç dünyasında boğulup gitmekteydi. Üstünü bile temizlememişti, bir kıyametten sıyrılmış gibi duruyordu öylece.

Ben de koltuğun diğer ucunda oturmuş onu izlemekteydim yaklaşık yarım saattir. Bu süre boyunca yerinde kıpırdadığını dahi görmemiş olsam bile, bu sessizliğinin altında yatan ruh halinin belki de bu evi yakıp yıkmayı, her yeri birbirine katmayı arzuladığını biliyordum. Buna rağmen konuşması yasaklanmış cezalı bir çocuk gibi kendini benden, buradan, gerçek dünyadan, şimdiden uzaklaştırmış, kendi iç dünyasının parmaklıkları ardına geçmişti. Belki de geçmişindeydi, baktığı yeri görmüyor, gözlerinin önüne gelen anıları belki pişmanlıkla, belki acıyla, belki hasretle, belki de öfkeyle izliyor ama asla dışarıya yansıtmıyordu. Bu bir tür kriz miydi, müdahale edilmesi gerekir miydi, Arslan'ı arayıp bilgilendirmeli miydim emin değildim. Yalnızca onu göz hapsinde tutmaktaydım. 

Seslenmeli miydim?

Seslenseydim bile beni duyabilir miydi? Burada değildi ki.

Haldun'u ani bir hareketle nefessiz bırakıp da bayılttıktan sonra yukarıya çıkmıştık ikimiz de. Kaldığı yerden devam ederek bir an olsun onu rahat bırakmak istemediğinden kendine gelmesini bekliyordu belli ki fakat gidip de kontrol etme gereği de duymuyordu. Belki de çoktan uyanmıştı bile. Buna rağmen hiçbir şey yapmadan yarım saat boyunca öylece duruşu bana zaman kavramını da yitirdiğini düşündürttü fakat yine de bir şey yapmadım. Zihnen uyuşmuş gibi hissediyordum. Hem Eren'in çektiği acıda, hem kendi karanlık geçmişimde boğulmakla meşguldü zihnim. Hatırlamamak, o anlara gitmemek ve zihnime örtülen perdenin ardında kalmamak için direnerek şu anda kalmaya çalışıyordum fakat çok zordu. Karşımda bu kadar fazla tetikleyici olay yaşanırken, her bir darbe bana damarlarımda gezen küçük yılanlarımı hatırlatırken kendi geçmişime kapılıp da gitmemek elimde değildi. Gözlerimi bir anlığına kırpacak olsam mekan yine değişiyor, karşımda bir çehre varsa bile o da zavallı küçük kızın görünümünü alıyor, ayaklarımın altındaki zemin betona, tepemdeki tavan yıldızlı bir gecedeki o korkunç anda asılı kalan gökyüzüne dönüyordu. Bütün bunlardan kurtulmak için dikkatimi tamamen Eren'e odaklamaya çalıştım, onun yanında kalmalı, ona yardım etmeliydim fakat o da darmadağındı. Neresine dokunacak olursam sanki elimde kalırdı külleri.

"Eren." Kendi içimde kendi zihnimle cebelleştiğim bu anlardan sıyrılabilmek için dudaklarımdaki mührü çözdüm nihayet. Kurumuş boğazımı temizleyip onun değişmeyen duruşunu ve ifadesini izledim. "Eren." diye seslendim yeniden fakat tepki yoktu. Yere diktiği gözlerini bir an olsun kırpmadığı gibi beni duyduğu da yoktu. "Eren!" Bu sefer sesim yüksek çıkmıştı ama bu da onu kendine getirmedi. Yerimden kalkıp birkaç küçük adımda yanına ulaşabildiğimde uzattığım elim nazik bir dokunuşla omzunu buldu. Henüz onu dürtemeden aniden irkildi ve dizlerine yaslayarak önünde bağladığı ellerini hızlı bir refleksle çözüp savurdu, elimi geri ittirdi sertçe.

"Sakın dokunma bana!" Yüksek sesi evde yankı yapıp tekrardan bize geri gelirken, onun sinirli ifadesini izledim. Bu yalnızca kuyruğuna basılan bir kedinin kendisini korumak için sivri dişlerini göstermesine benziyordu. Sinirli olduğu konusu bir yalandı, o korkuyordu. Bu intikam ateşinin onu yakıp kül etmesinden, sonunda hiçbir şey elde edemeyecek olmasından korkuyordu. Henüz geçmişinden kurtulabilmiş değildi, her gece aynı yetimhanenin aynı yastığına başını koyduğunu düşünüyor olmalıydı. O geçmişte tıkılı kalmış bir çocuktu yalnızca. Bu kapana kısılmış hali, öfkesiyle maskelemeye çalıştığı ifadesinden bile belliydi.

Masum CinayetlerWhere stories live. Discover now