3.7

2.3K 287 159
                                    

tw : aşırı kan + kendine zarar verme

Chifuyu

Keisuke'nin boynuma kayan bakışlarına karşın, içgüdülerime uyup işaret parmağımı deştim ve taze kanı boynuma döktüm. Bana yeniden saldırırsa bayılır, onun merhametine kalırdım.

Yaralar, hızla kapanmıştı...

Ha?

Siktir, kanım ilk defa bana da fayda sağlıyordu. Normal şartlarda, yoğun bir kan kaybı yaşarken hiçbir şekilde kapanmazdı deşilen yerlerim.

Keisuke'nin şaşkınlığından faydalanıp onu sertçe ittim ve ses tonumu ayarladım. "Yeterince beslendin. Gidip antrenman yap ve her ne olursa olsun geri dönme. Fazla zamanın kalmadı."

Bakışları bayıklaştı ve beni ikiletmeden çıktı odadan. Tanrım, normalde ona sözümü geçiremezdim bu şartlar altında ama iyileşme yeteneğimin yarattığı şok, tüm baskınlığını sarsmıştı.

Kolumdaki çürükler bile iyileşmişti amına koyayım. Kanım, cidden de boş yere kutsal sayılmıyordu anlaşılan.

Temizlenip kan deposuna indim ve yeniden Kazutora'yla karşılaştım. Kanlı bir kokteyl içiyor, elindeki kağıtları inceliyordu.

Kan gruplarına göre ayrılan raflarla bakışırken "Olayı duydum," dedi. "Mikey ve Baji ölümüne kapışmak üzere."

Büyük bir bardak aldım. "Neden sürekli karşıma çıkıyorsun?"

Kağıtları bir kenara bırakıp içeceğini bitirdi. "Buraya geleceğini biliyordum." Köşede duran bardağı uzattı. "İşini kolaylaştırayım dedim."

Bardağı alıp ruhsuzca güldüm. "Baji, beni sevdiğini unutmuş. Belki de artık beni sevmiyordur bile, bilemiyorum. Onu istiyorsan, umrumda değil artık."

Sahiplenici yanımı bile bastırıyordu içimdeki acı yumağı. Beni sevmeyen biri için kendimi daha fazla paralayamaz, gururumu sikemezdim.

Kaşları havalandı. "Seni, bunu söyletebilecek kadar çok mu kırdı?" Cevap vermeyeceğimi anlayınca omuz silkti. "Dövüşü izleyecek misin?"

Bardakla bakıştım. "İzleyebilecek miyim, bilemiyorum. Ölme ihtimalim çok yüksek."

Saçımı karıştırıp hızlıca odanın diğer köşesine sıvıştı. "Kolumu kırabilen birisin, Chifuyu." Kağıtlarını topladı. "Ölürsen, cesedini tekmelerim."

Belli belirsiz gülümsemekle yetindim. Ölmeyi gerçekten de çok istiyordum.

Odaya dönerken, Draken ile karşılaşmıştım. Bana, vebalıymışım gibi bakmakla yetinip geçip gitmişti yanımdan.

Altın kan yüzünden Toman'daki çoğu vampirin nefretini kazanmıştım. Kutsal yasaları çiğneyen, dönüşüm esnasında ölmesi gereken bir piçtim herkese göre.

Kendimi banyoya kilitleyip lavabonun kenarlarına tutundum. Ya ölecek ya da kurtulacaktım. Keisuke'yi önemseyen minik zerrem bile susmuş, içgüdülerim bağı koparmam gerektiğini haykırıyordu.

Beni hâlâ sevdiğine inanabilseydim, dayanırdım. Yeminim olsun ki dayanırdım.

İşaret parmağımı dişleyip birkaç damla kanımı döktüm bardağa. Kırmızıdan siyaha dönmüştü sıvı. Eh, kâğıtta da böyle olacağı yazıyordu zaten.

Aynadaki aksime kaydı gözlerim. Gözlerimin altı morarmış, tenim hastalıklı bir beyaza bürünmüş, dudaklarım solmuş ve gözlerimin parlaklığı ölmüştü. Son birkaç hafta, beni bitirmişti.

Sıvıyı dikleyip, zorlansam da, her bir yudumunu mideme indirmiştim. Bedenime yayılan güç dalgası, ürperticiydi. Uzuvlarım titremiş, ayakta durmak güçleşmişti.

Boynumdaki yanma hissi, çığlık atmayı diletse de dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Sesim duyulursa, siki tutardım. Keisuke de aynı acıyla sarsılıyorsa, fazla zamanım kalmamıştı zaten.

Boynumdaki diş izleri, siyahtı. Beni işaretlediği yeri ortaya çıkarmıştı sıvı. O gece, gururum sikilmişti ve eski gücüme bir daha yeniden kavuşamamıştım asla. Ezikleşmiş, pasifleşmiş, tiksindiğim bir zavallıya dönüşmüştüm.

Antrenmanlarda kullandığım bıçağın sivri köşesini sol elimin avucuna bastırdım. Altın kanla kaplanması gerekiyordu, aksi takdirde işe yaramazdı. Sonrasında da, kanımla parlayan bıçağı sağ elimle kavradım ve diş izlerini kesmeye başladım.

Siktir, acının yoğunluğu çok fazlaydı. Boynumda dökülen kan, zemini kırmızıya boyarken dizlerimin üstüne düşmüştüm. Bıçağı daha derine gömerken, Keisuke'yle geçirdiğim güzel anların hayaleti dönüyordu zihnimde.

Aniden, beni gereksizce aşağıladığı anların ağırlığı çöktü üstüme ve hıçkırdım. Fiziksel acım, kalbimdekinin yanında bir hiçti. Kanım saçıldıkça daha yalnız hissediyor, boşluğa çekiliyordum. Her bir kesik, aramızdaki mesafeyi arttırıyordu.

Gözlerim kararmaya başlayınca, kendi kanımın içine yığılıp kalmıştım. Midem bulanıyor, kulaklarım uğulduyor, boynumu hissedemiyordum.

Öleceğime dair en ufak bir şüphem kalmamışken, gülmeye başladım. Boğazımdaki kestikten saçılan kanın akışı hızlanmış, tüm algı evrenim acıyla sınırlandırılmıştı.

İlk öpüşmemizi düşünürken, ağladığımın ayırdına varmıştım. Tanrım, bana yaşattığı tüm ıstıraba rağmen hâlâ onu düşünmeyi kesemiyordum. Şu anda bile ona sarılabilmeyi diliyor, teninin kendine has güzel kokusunu soluyabilmek için çırpınıyordum.

Düşünce ve hislerim, aylar sonra ilk defa pustan sıyrılıyordu sanırım. Sahiplik ve kölelik güdülerimden kalan kırıntılar, tamamen susmuştu.

Tanrım, Keisuke Baji'yi, herkes ve her şeyden daha çok sevmiştim. Onu baya baya sevmiş, sadece onu istemiştim. Tatlı gülüşüne, sımsıkı sarılmalarına, kokusuna ve ilgisine düşmüştüm çokça.

İşaret bağının ötesindeydi hislerim ve bunu tam da şu noktada anlamak, en büyük cezamdı belki de. Eh, Tanrı zaten sevmiyordu beni.

Bana yeniden aşkla baksaydı, bağı asla koparmaz ve ona tapmayı sürdürürdüm... Fiziksel acı, sorun değildi ama benden tiksinmesini kaldıramıyordum...

Bıçağı kavrayan elimin kontrolünü yitirirken, kendimi karanlığa teslim etmiştim. Belki, gideceğim cehennemde hiç kimse beni incitmezdi artık.

evet, bağ koptu (:
ayin de tamamen kendi uydurmam
saçma gelirse aldırmayın



























vampir trajedisi || tokyo revengers Where stories live. Discover now