☀️7.BÖLÜM☀️

3.7K 248 338
                                    

'Uğursuz bir karanlık çöktü üstüme. Bir akşam güneşinin terk edişinin sızısı kaldı bende. Bulandım karanlığa hasretinle. Akşam güneşi dönmek için hala neyi beklemekte?'

Gün doğduğunda yorgundum. Tüm geceyi ben taşımıştım sırtımda sanki. Yetmemiş günü tepeye çıkarmaya soyunmuş, geceyi indirmeden kucaklamıştım güneşi. Öyle ağırdı kafam. Yatağında ortasında dikleştim. Mir'in beşiği boştu. Gece getirmemişlerdi. Onu görme isteğiyle kalktım. Giyinmeden önce ilk duşa girdim. Üstümdeki yorgunluğu bir parça dökmek istedim. Suya kapılıp aksın bedenimden diye bekledim. Akmadı.

Çıkıp üstümü giyindim. Nemli saçlarımı iki yandan geriye atıp çıktım odamdan. Hozan'la Çakal uyanıklardı. "Yine uyumadınız mı?"

"Uyuduk," diye cevapladı Çakal. "Cezaevine gideceğini söylemiş amcam babama. Biz de gelelim dedik."

Beni yalnız bırakmayacaklarını hissetmek bir parça iyi hissettirmişse de bu yükü onların omuzlarına pay etmek istemiyordum. "Yardım etmek istiyorsanız bugün şirketi devralın. Bir de oraya geçmeyeyim."

"Ama abi..." diye konuştu Hozan.

Elimi omzuna atıp sıktım. "Dediğimi yap. Böyle yükümü azaltmış olursun."

"Hozan gitsin şirkete. Ben geleyim. Devran abiyi..."

"Söz dinle Baver," dedim diğer elimi onun omzuna atarken. "Tek konuşacağım Devran'la."

Baver mecbur kabul etmişti. "Bir dahakine ben gideceğim ama."

"Olur," dedim omzunu sıkarak.

"Gönül yenge," dedi Hozan. "Onu da söyleyecek misin?"

"Hayır," dedim ellerimi çekerken. "Sosin yengeme kalmış o mevzu." Yengem oğlu için yıllarca sakladığı sırrı henüz açığa vuracak gibi değildi.

"Abi adamı kaç yıldır kandırmakla şimdi devam ettirmek arasında dağlar kadar..."

"Hozan şimdi sırası değil," dedim onu susturmak için. "Şimdi sırası değil."

Devran'ı bir günde yıkan ben olmayacaktım. Ben düşmanı değildim. O kadarı çok ağır olurdu. Ben kardeşi niyetiyle bile canını bu kadar yakmaya hak sahibi olmamalıydım.

Kardeşlerime şirketteki işleri bölüştürüp çıktım konaktan. Ziyaret saatinden bir saat öncesinde cezaevine varmıştım bile. Bir saat oturdum arabada. Bir saat düşündüm söyleyeceklerimi. Bir saat tarttım kelimeleri. Hiçbiri kâfi gelmedi. Hiçbiri derdimi izah etmedi. Kafam karma karışık indim araçtan. Cezaevine attım adımlarımı.

Buraya çok kez gelmiştim. Neredeyse on üç yıl oluyordu Devran içeri gireli. Son bir senesi kalmıştı. On dört yıllık cezası son bulacaktı. İlk hüküm giydiği yıllar yaptığımız ziyaretlerde sonsuzluk kadar uzak gelmişti bu zamanlar. Şimdi elimi ayağıma dolaştıracak kadar yakındı. Devran çıksın diye ettiğimiz dualara varmayacak kadar laldi dilim şimdi.

Görüş alanına geçtim. Birkaç sandalyenin sıralandığı, birkaç camdan alan vardı. Her cam bir cezalıyı ayırıyordu dış dünyadan geleninden. Her cam bir insanı uzak tutuyordu hüküm giyene yakın olmaktan.

Birine geçip sandalye çekip oturdum. Biraz sonra karşı tarafta Devran abi yer almıştı. Eli hemen yana asılı telefona gitti. Onunla aynı anda alıp kulağıma götürdüm benden tarafta olanı.

Sert sesini duydum. "Memet! Neredesiniz oğlum siz?"

Telefonu öyle sıkı tutuyordu ki aradaki cam olmasa alıp kafama vurabileceğini biliyordum. "Kusura bakma abi. Nasılsın?"

Akşam GüneşimМесто, где живут истории. Откройте их для себя