Bölüm 29 "Eski İlişki"

15 2 29
                                    


“Beni nereye götürüyorsun?” diye sordum belki de onuncu kez. Sabah erkenden evime gelmiş olan Yılmaz beni elimden tuttuğu gibi dışarı çıkarmış ve gözlerimi bir bezle kapatmıştı. Yılmaz şoför koltuğunda keyifle kıkırdadı. “Biraz daha sabret. Yakında öğreneceksin.”

Elimi gözlerimi kapatan beze doğru götürdüm. “Bari gözlerimi açayım.” Elimi tuttu. “Mızıkçılık yapma Zühre.” Diyerek beni azarladı. Kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım. “İyi tamam. Bu şekil bekliyorum.”

Yılmaz bir kez daha güldü. “Bekle bekle. Zaten çok bir yolumuz kalmadı.” Radyonun sesini biraz yükseltti ve yolun kalan kısmını müzik dinleyerek geçirdik. Araba taşlı bir yola girip giderek yavaşladığında geldiğimizi anlamam pek de zor olmamıştı. Kemerimi çözmeye çalışırken, “Artık gözümü açabilirim, değil mi?” diye sordum.

“Daha değil. Lütfen bekle! Ben arabadan inmene yardım edeceğim.” Arabanın kapısı açılıp kapandı ve kısa bir süre sonra benim olduğum tarafın kapısı açıldı. Henüz çözdüğüm kemeri bırakırken Yılmaz’ın üzerime doğru yaklaştığını hissettim. “Ne oluyor?” diye sormaya vakit bulamadan beni kucaklayarak arabadan çıkardı. Kollarımı boynuna sararken, “Ama bu kaçırmak oluyor,” diye mızmızlandım.

“Öyle mi dersin? Haydut muyum ben?” Yılmaz basamak çıkıyor gibiydi. Bir yerde durduğumuzda, “Artık bir açıklama yapacak mısınız haydut bey?” diyerek ona takıldım.

“Bak sen! Haydut bey mi?”

“Hı hı.”
Yeniden yürümeye başladığında birkaç adım daha atıp durdu. Yılmaz dudaklarını kulağıma iyice yaklaştırarak, “Bu haydut seni öyle bir yere getirdi ki, burada sana kimse dokunamaz. Seni kimse incitemez ve sen istemediğin sürece kimse seni buradan götüremez.” Diye konuştu.

Kafamı kaldırdığımda burnum çenesine sürtündü. “Artık gözlerimi açabilir miyim?” diye fısıldadım.
Yılmaz beni yavaşça yere indirdi. Gözümdeki bezi yavaşça çözdü. Karanlıktan aydınlığa geçtiğim o ilk anda her şey bulanık gözükmüştü gözüme. Gözlerimi kırpıştırıp ona doğru baktım. Gözlerim ışığa alıştığında ne diyeceğimi bilemez halde öylece kalakaldım. Yılmaz elini belime koymak için bana yaklaştı. “Bu sefer mutlu olacağız, söz veriyorum,” dedikten sonra saçlarıma bir buse kondurdu.

Gözlerim evin içinde dolaşırken gözlerim istemsizce dolmuştu. Bu ev, beş yıl önce Yılmaz ile hayalini kurduğumuz o evin tıpkısının aynısıydı. Onunla konuştuğum ne varsa ne hayal ettiysem şimdi hepsinin gözümün önüne serilmiş olduğunu görüyordum. Ürkek adımlarla evin içinde dolaşırken Yılmaz sessizce bekledi.

Gözlerime inanamıyordum. Yaklaşıp elimi koltuğun kenarında gezdirdim. TV battaniyesi bile hayalini kurduğumuz o yerdeydi. Ufacık detaylar bile atlanmamıştı. Hepsi vardı. Her şey yerindeydi. Beş yıl öncesine kadar hayalini kurduğumuz ne varsa, yarım kalmış, yıkılmış ne varsa hepsi şimdi buradaydı. Tamdı. Kusursuzdu. Yılmaz yanıma yaklaştı. “Tanıdık geldi mi?”
Yaşlı gözlerle ona bakıp kafa salladım. Yanağımdan akıp giden bir yaşı parmağıyla silerken, “Senin gelişinle her şey tamamlandı. Burası bir yuva oldu benim için.” Diye mırıldandı.

Kollarımı beline dolayıp yüzümü göğsüne yasladım. Sarılışıma hemen karşılık verdi. “Ağla diye getirmedim ki ben seni buraya.” Diye sitem etti.

Kafamı kaldırıp ona baktım. “Mutluluktan ağlıyorum. Özlemimi dindirmeye başladığım için. Beni yeniden dünyanın en mutlu kadını yaptığın için ağlıyorum. Bu, sevincimin bir göstergesi.”

“Sen yine de ağlama, olur mu?”
Gülümsedim.
“Ha şöyle! Hadi evi gezelim.” Elimi tutup beni etrafta dolaştırmaya başladı.

Bahçeyi en sona bırakmakta ısrar ederek beni üst kata çıkardı. Her bir odayı tek tek gösterirken heyecanı görülmeye değerdi. Elimi bir an olsun bırakmadan odalar arası geçiş yaparken etraftaki şeyleri bana göstererek nasıl bulduğumu soruyordu. Üst kattaki odaların en sonuncusuna geldiğimizde kapıda bir an için duraksadı. Bana dönerek, “İşte burası da evimizin en önemli yeri. Çünkü her sabah ilk gördüğüm her akşam gözlerimi yumarken son göreceğim kişiyle paylaşacağım oda. En güneş alan oda da burası. Benim yanımda sen varken yeterince güneşim var tabii ama yine de bu güzel odayı kendimize ayırmamız gerektiğini düşündüm.” Diye konuştu ve odanın kapısını açtı. Odaya adımımızı ilk attığımızda ferah bir alan karşılamıştı bizi. Oda son derece genişti. Boydan boya pencerelerinden içeri giren güneş her bir köşeyi aydınlatıyordu. Yılmaz yatağın başucundaki bir komodini işaret ederek, “Buraya bir vazo koyalım diyorum. Her sabah en güzel çiçekleri sana getirirken ihtiyacımız olacak, ne dersin?” dedi. Yanaklarım kızarırken yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşmişti. “Çiçekleri bahçemde, ait oldukları toprakta görmeyi daha çok severim gibi.”

BİZİ AYIRAN ŞEYLER 2 "AŞK VE EMEK"Kde žijí příběhy. Začni objevovat