🧡🍂🖤

4.7K 451 96
                                    

Selammmm. Bu evren şaka mıdır? Bölüme başlamam ile bitirmem aynı anda oluyor neredeyse. Ahsen ile birbirimizi çok özlemişiz, bana anlatacağı çok şey varmış... Geldi, karşıma oturdu ve gözlerinden kalpler çıkarken ailesini anlatmaya başladı.

Özledik değil mi? Çok tutmayayım o halde sizi, bölüm sizin. Keyifle okuyunuz.

Bu arada, 1 milyon olduk! Teşekkür ederim bebeklerim.

🍂

Rüzgârı hissetmek ya da hissedebiliyor olmak ayrıcalık olmamasına rağmen tenimden süzülüp giden hisle yaşadığımı ve içinde bulunduğum anın kıymetini bilmem gerektiğini hatırlatıyordu bana. Küçücük bir andı fakat insan zaten küçük anlardan kendine anlamlar çıkarmalıydı.

"Çarpmasın hayatım," diye seslendi Alparslan. Arabanın içi aslında gayet serindi ama ben elimi camdan dışarıya çıkararak âşık olduğum adamla, âşık olduğum şehire geri dönmenin sevincini yaşıyordum. Tenimde incecik bir sızı bırakan rüzgârı hissediyor, ben geldim diyordum.

"Bir şey olmaz," diyerek cevap verdim gözündeki güneş gözlüğüyle arabayı kullanan Alparslan'a. Müziğin sesini o kadar kısmıştık ki duyduğumuz bile söylenemezdi ancak arka planda çalsın istediğimizden kapatmaya ikimizinde eli gitmemişti. Kırmızı ışıkta durduğumuz için elimi kendime çekerek camı kapattım. Oturuşumu düzelterek başımı arkaya doğru uzattığımda Alparslan da kırmızı ışıktan faydanalarak başını başıma yasladı ve benimle birlikte arka koltukta uyuyakalan çocuklarımıza baktı.

Merih Aslan 9 yaşındaydı. Lojmanda kaldığımız süre boyunca basketbola ve koşmaya ağırlık verdiği için şimdiden küçük küçük kas yapıları oluşmaya başlamıştı. Cam tarafında otururken bir elini başına yaslamış diğer elini kardeşinin üzerine doğru atarak onu da hissetmeyi amaçlamıştı.

Diğer cam kenarında Efsun Alin uyuyordu, 7 yaşındaydı. İlle cam kenarı diye tutturmuştu zaten oturacak olmasına rağmen. Kendi kızım olmasına rağmen kafa yapısını çözebilmiş değildim. Bazen çok naz yapıyordu bazen burnu düşse eğilip almayacak kadar gururlu oluyordu. Ne naz yapmasına ne gurur yapmasına gerek yoktu ama onu anlamak hiç kolay olmuyordu.

Ortada uyuyakalan Alp Eren ise başını abisinin karnına, ayaklarını ise ablasının kucağına doğru uzatmıştı. Henüz 3 yaşında olduğu için abisi ve ablası ona bebek gibi davranıyordu lakin o bundan şikayetçi değil aksine oldukça hoşnuttu. Abla oyuncağımı verir misin ben daha çocuğum diye diye işi götürüyorum sanıyordu. Üşengeç değildi ama ablası ve abisini etrafında pervane etmek garip bir şekilde onu mutlu ediyordu.

"Yoruldular," diye mırıldandı Alparslan. İçi gidiyordu eminim benimde ondan kalır yanım yoktu ama yapacak başka bir şeyimiz yoktu. Yuvamıza geri dönüyorduk ve bu yorgunluk gelip geçiciydi çünkü artık sarmaşıkla çevrili evimize dönme vaktiydi.

"Dinlenirler," dedim taviz vermeden. Bazen olacak olanı değiştirmek yerine kabul etmek gerekiyordu. Yorulmuş olabilirlerdi ama unutmamaları gereken şey onları yarın yorulacaksınız uyuyun diye uyardığımda beni dinlemeleri gerektiğiydi. "Hava çarpmış olabilir," diye devam ettiğimde yeniden önüme döndüm. Sarı ışığın yandığını görünce Alparslan'ın bacağına dokunarak onu da önüne dönmesi için yönlendirdim.

"Kesintisiz uyuyorlar baksana," diyerek gülümsedi. Sessizlik normalde hep dileğimiz olurken şimdi bize boşluk hissi sunuyordu çünkü sese fazlasıyla alışmıştık.

"Benimde kesintisiz uyumaya ihtiyacım var," derken koltukta bedenimi esnetmeye çalıştım. "Gelir gelmez ayıp olmayacağını bilsem al biraz sen bak diyerek Emine'ye vereceğim çocukları. Yatağımda, kimse tepemde zıplamadan uyuduğum günleri özledim."

SARMAŞIK Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon