Bölüm 56

17.8K 1.2K 195
                                    

İyi okumalar dilerim. Umarım şarkıyı açabilirsiniz♡))

Emre geçip yanıma oturdu. Normalde şimdi Günaydın deyip koluna sırnaşmam lazımdı ama yapmıyordum. Kızgındım. İki sıra önümüzde oturan Merve'yi görmüyordum fakat sırıttığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

Gözlerimi kısıp Emre'ye baktım. Rengi solgun muydu onun? Hastalanmış mıydı acaba? Bir anlık Merve falan her şeyi unuttum.

Emre Ne var dercesine göz kırptı.

"Siz Merve'yle beraber mi geldiniz?"

Elinde kırmızı desenli kurşun kalemini sağ eliyle çevirmeye başladı ve rahatça kafasını salladı "Hayır, kapıda karşılaştık."dedi. Söyledikleri içimi rahatlattı.

Emre nadiren geç kalırdı. Belki de Merve sırf ikisi yanyana sınıfa girsin diye kapıda beklemişti. Evet, evet öyle olmalıydı.

Ya öyle değilse? Bir an için ikisinin okula geldiğini hayal edince delirecek gibi oldum. Yok canım, ilk tahminim doğrudur.

Hocanın yüksek çıkan sesiyle tahtaya döndüm. Zil çaldıktan sonra diğerleri yanımıza gelmişti. Kısa ara olduğu için kantine inmedik. Emre'den geç kalma sebebini sorunca işi olduğunu söylemişti.

Kendisinde bugün bir gariplik olduğu bariz belliydi. Gariplikten daha çok soğuktu. Benimle neredeyse hiç konuşmamıştı. Üzerine fazla gitmek istemiyordum ama endişem ellerimin terlemesine neden oluyordu.

Ara bittikten sonra yerimize geçip oturduk. Hoca çantasını açıp gerekli eşyalarını çıkarıp masanın üzerine koyuyordu. Yüzümü Emre'ye döndüm. Benim tarafımda duran sol eline uzanıp tuttum "Rengin solgun görünüyor. Neyin var?"

Hızla elini çektiğinde neye uğradığımı şaşırdım. "Sana ne Ahenk?!" Sesi o kadar gür çıkmıştı ki hoca dahil herkes bize döndü.

Elini hızla çektiğinde elim şiddetle masaya düştü. Elimle beraber ruhum yere düşüp parçalanan bardak misali paramparça oldu. Gözlerinde bunu yapmasının nedenini aradım ama bulamadım çünkü yüzüme bakmıyordu.

Diğer elindeki kalemi sertçe masaya bıraktı. Ben tarafa dönme tenezzüllünde bile bulunmadan ayağa kalktı "Hocam dışarı çıkabilir miyim?"

Gözlerim dolmaya başlamıştı bile. Genzimde sanki ateş yakılmıştı. Böyle davranma sebebini bilmemek daha da canımı yakıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Hayır. Sadece konuşmak istemiştim. Hiçbir şey anlamıyordum.

"Çık evladım."

Emre gelirken masanın üzerine koyduğu telefonunu alıp dışarı çıktı. Hiçbir şey demeden!

Dolan gözlerimi sıkıca yumup etrafıma bakındım. Anıl ve Kaan'ın Emre'nin peşinden gideceklerini biliyordum. Gözlerim ikisini aradı. Tahmin ettiğim gibi hocadan izin almak için yerlerinden kalkmaya hazırlanıyorlardı.

Onlara fırsat tanımadan yerimden kalktım. Hoca aynı anda üçümüze izin vermeyecekti "Hocam dışarı çıkabilir miyim?" hoca tereddütte kalsa da en son izin verdi.

Sınıftan dışarı çıktığımda dolan gözlerimi elimin tersiyle sildim. Derin nefes alıp boş koridorda merdivenlere doğru yürüdüm.

İlk önce kantine baktım. Fazla kalabalık olmadığı için rahatlıkla Emre'yi araya bildim ama yoktu. Okulun bahçesine çıktım bu sefer. Çardağa doğru yürüdüm. Yoktu. Okulun arka tarafına gittim. Yine yoktu.

Oflayarak okulun girişinde elimi alnıma koydum. Yürümekten bacaklarım yorulmuştu. Neredeydi? Okuldan çıkmış olması da ihtimaller arasındaydı ama çantası sınıftaydı. Aklıma son bir yer geliyordu. Spor salonu.

Adımlarımı hızlandırıp okula girdim ve en alt katta olan spor salonuna gitmek için merdivenlere yöneldim. Salonun kapısında durdum. İçeride ders geçilmesi ihtimaline karşı ilk önce kulak verip içeriyi dinledim. Top sesi geliyordu.

Biraz daha kulak verdim. Öğrecnilerin veya hocanın sesi gelmiyordu. Sadece top sesi vardı.

Kapıyı yavaşça aralayıp içeriye baktım. Emre tek başına basket oynuyordu. Neye sinirlendiğini bilmiyordum ama sanki tüm hıncını toptan çıkarmaya çalışıyordu. Top eline geldiğinde var gücüyle potaya atıyordu.

Kapıyı arkamdan kapatıp sırtımı yasladım. Emre birkaç basket daha attı. Henüz geldiğimin farkına varmamıştı. Bir basket daha atınca top yere düştü ve bana doğru geldi. Onu almak için arkasına döndüğünde beni gördü.

Saçları yüzüne dağılmıştı. Okul formasını çıkarıp basket formasını giymemişti. Beyaz gömleğinin yukarıdan iki düğmesi açıktı. Kravatı ise yoktu.

Hiçbir şey söylemeden arkasını bana döndü. Konuşmadı bile benimle. Gözlerim tekrardan doldu. Bir adım attım. Bir adım daha. Yavaş adımlarım hızlandı ve koşarak arkadan Emre'ye sarıldım. Kollarımı sıkıca sardım arkadan. Gözlerime dolan yaşlar yanağıma ulaştı.

Ne oluyordu bilmiyordum. Önemi de yoktu. Sonra öğrenirdim. Aşk bu değil miydi? Sevdiğinin yanında olmak? Sorgusuz sualsiz?

Elleri ellerimin üzerine kapandı. Parmakları ellerimi okşadı. Daha sonra kolumdan çekerek beni önüne aldı. Yü

Yüzümü ıslatan yaşlara dokundu. Baş parmağıyla sildi. Elleri tıpkı gözleri gibi yüzümde oyalanıyordu. Anlam veremediğim ifadeye sahipti.

"Özür dilerim."dedi sanki bomboş salonda birisi bizi duyacakmış gibi kısık sesle.

"Önemli değil."dedim aynı ses tonuyla. Sonra anlaşmış gibi konuşmadık.

Parmakları çenemi buldu. Kafamı biraz daha yukarı kaldırdı. Kafasını biraz bana doğru eğdi. Kalbimin atış hızını hesaplayamıyordum çünkü durmuştu. Hava fazla sıcak değildi ama sırtımdan soğuk terler akıyordu.

Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı. Beni öpecekti. Piknikteki ilk öpüşünden - ki ona ne kadar öpmek denilirse, küçücük busyedi- bu ikinci öpüşümüz olacaktı. Of, neden doğru dürüst öpüşmemiz yoktu bizim.

Aramızdaki boy farkından dolayı ayak parmak uçlarımın üzerine kalktım. Hadi ama bir az daha uzun olabilirdim! Boyumun uzun olmasını en çok Emre beni öperken, yani şimdi istemiştim.

Burnu burnuma değdiğinde buna dayanamayacağımı anladım ve gözlerimi kapadım. Halat çekme yarışında olduğu gibi ani değildi, her şeyin farkındaydım ve bu heyecanımı dayanılmaz çıtaya yükseltiyordu. Bakmamak en iyisiydi.

Sıcacık dudakları dudaklarıma kapandı. Tüm vücudumu saran ürpertiye teslim oldum. Hareketleri narindi. Sanki şu kaç gündür anlatamadıklarını şimdi anlatıyordu. Keşke sıcacık öpüşmesinden ayrılıp anlatmaya çalıştıklarına odaklanabilseydim. Ama olmuyordu.

Allah aşkına nasıl yapabilirdim. Remsen beni öpüyordu?! Öpüşüyorduk. Geçen seferki gibi kısacık değildi. Uzundu.

Bunu nasıl anlatabilirim? Sanki... Sanki beni almış bulutların üzerine atmışlardı. Uçuyordum, bazen parmak uçlarım bulutlara temas ediyor ve bu temas beni daha yükseğe kaldırıyordu. Kanatlarım yoktu, rüzgar beni dansa davet etmiş gibiydi.

Evet, Emre'nin öpüşünü tanımlayacak söz uçmaktı. Uçuyordum sonsuz enginliklere...

Emre'm ne oldu sana? Bizimle de paylaşsan diyorum, ha?

Şu sondaki gibi sahneleri yazdığımda neden yanaklarım kızarıyor anlamıyorum●_●

DİKKAT!!!

Arkadaşlar yeni bir kurguya başlamak istiyorum. Akıl alacak kimsem olmadığı için nacizane sizlerin düşüncelerinize sığınıyorum.

Şöyle ki, hikayeyi texting veya normal roman şeklinde yazmak arasında gidip geliyorum. Kurgu her ikisine uygun ama karar veremiyorum. Şimdi küçük anket yapalım.

Texting mi?

Normal mi?



Dönence/ texting Tamamlandı.Where stories live. Discover now