"Biliyor musun bu nehirde insan kılığında canavarların yaşadığından söz ediliyor. Seçtiği kurbanlarının kötü anlarında tıpkı pusu kurar gibi sudan çıkar, o günlerini hayatlarının en kötü günü gibi düşünmelerini sağlarmış. Ona karşı güçsüz düştüğün a...
Elimi gözlerinin üzerinden gezdirip kapatmasını sağlamıştım gözlerini.
Elini tutup uyumasını beklemiştim. Şok geçirdiğini anlıyordum. Çok kez karşı karşıya kalmıştım bu durumla.
Çocukluğunun acı anlarının yaşandığı Kore'ye geri dönmek saklamaya çalıştığı duygularını ortaya döküyordu acımasızca. Onu anlayabiliyordum, yaşadıkları bir insan için fazlaydı.
O bizim gibi yetimhaneden evlat edinilmemişti. Kaçırılmıştı. Ailesinden koparılmıştı. Tek çocuktu, anne ve babasından kimsesi yoktu zamanında. Mutlu bir aile olduklarını söylemişti bana. Bir gün oynadığı oyunlarından koparılmıştı, oynadığı arabası ve topunun sokakta düşüp bir arabaya bindirildiğini söylemişti bana. Yalnızca 10 yaşındaydı kaçırıldığında.
Onu bulduktan sonra ailesi hakkında bilgi bulmak zordu, Kore'den Rusya'ya bilgi almaya çalışmıştım merkezle. Ulaşamamıştık hiçbir şeye. Sanki kaybolmuştu her şey.
Merkezin ayarladığı bir yetimhaneye yerleştirecekti ama istememişti, istememiştim. Onu bu hale getiren adamın cesedini yakmıştım bir daha ona ulaşamaması için. Asla benim yaşadığım kaderi yaşamasını istememiştim.
Changbin'e karşı hissettiklerim gibiydi her şey. Bu sefer Tanrı bana onu getirmiş ve kardeşim olduğunu söylemişti sanki. Onu kendimden ayırmamıştım hiçbir zaman.
Şimdi ise zamana ihtiyacı vardı.
Geçen sekiz sene hiçbir şeyi unutmak için yeterli değildi, belki de bir ömür bile.