22 -Hoşgörü-

10.1K 673 327
                                    

Playlist: Christina Perri - Lonely

Mehmet Erdem - Gibi Gibi (Barış Manço)

Brianna - All I Need (Son kısımda mutlaka dinlemenizi isterim)

Multimedya: Mavi Gül

*

Sonunda bölüm geldi güzellerim. Önce kısa bir not; Multiye eklemek istediğim bir dolu resim var. Gezdikleri mekanlardan, sarılma sahnelerine kadar..

Facebook sayfası açalım mı yoksa hayallerle devam etmek daha mı güzel? Buraya belirtirseniz ona göre hareket edeceğim. Tabi, sayfayı takip edememe durumum da var.

Ayrıca, @zirvees ve @FeyNurCic 'e, öneri kitaplarında Maatteessüf'e yer verdikleri için teşekkürler. FeyNurCic'in kitabında, ufacık bir ipucu da var.

_______________

Sabah uyandığımda aklımdaki ilk soru, Seyhun'un bugün gelip gelmeyeceğiydi. Sonra nasıl olduğu, şu an ne yaptığı, kiminle olduğu. Derya aklıma gelince yine sinirlendim, içmesini sinirlendim, İzmir'de olmasına hatta orda yaşamasına. Sonra aramızdaki saçma salak tartışmaya ve soğukluğa... Sinir herifin tekisin Seyhun, ne zaman döneceksin?

İki gecedir ada'ma gitmiştim. Hatta ormanı tekrar dolaşmış ve önceden sözleştiğimiz gibi ormanda bir şey bulmuştum; bir at. Beyaz ve fazlasıyla asil olan atımın sadece başının üzerinde kahverengi bir leke vardı. Muhtemelen Seyhun onu görünce şaşıracaktı, tabi buraya tekrar gelmek isterse. Tabi ki ister diyen Sefa'ya karşılık, Hiç sanmıyorum diye omuz silkti Sema. Benimse tek söyleyebileceğim Bilmiyorum demek oldu.

Atımla ormanda dolaştık, sahilde koştuk, dertleştik. Bir kez de yanımıza İlkim geldi, çok sevinsem de babasından habersiz gelmesinin doğru olmayacağını söyleyerek geri yollamak zorunda kaldım. Neden onun gelmediğine anlam veremedi, o masum kalbiyle. Sahi, insanlar neden küser, neden uzaklaşırdı birbirinden? Şu üç günlük dünyada kalpleri hoşnut etmekten daha önemli ne vardı?

"Nisa kalktın mı?" Bugün halı yıkama günüydü.

Uyuşukça yatağımdan kalkarken annemi, gezmelik kıyafetleriyle görmeyi beklemiyordum. Ve üzgün bir ifadeyle.

"Kızım, Raife teyzenin yeğeni beyin kanaması geçirmiş. Ablanla Raife'ye uğrayacağız, sen kahvaltını yap, evi toparla. Halılara artık yarın bakarız"

"Beyin kanaması mı? Nasıl olmuş?" Afallayan ifademde, bilincimin tek algıladığı şey bu oldu.

"Evet, nasıl oldu ben de bilmiyorum. Dün sabah uyanamamış. Gidip bir bakalım. belki yapabileceğimiz bir şeyler olur"

"Tamam" derken nefes alamadım. 'Ben de geleyim' demek istedim, yapamadım. Hayat ne kadar sahteydi, ne kadar kısa ve boş yaşanıyordu. Her sabah uyanmak, insanlar için sıradan ve monotondu. Kimse şükretmiyordu doğan güneşe, bir gün daha açılan gözlerine, hala yaşıyor olma mucizesine... Oysa bu kadar basitti, varlıkla yokluk arası iki kelime dört harf; ölüm.

Kulağıma çalınan sela sesi, düşüncelerimi gerçeklikle destekledi. Zaman zaman duyardım bu sesi ancak, gaipten sela duymanın ölümün çağrısı olduğunu öğrendiğimden beri tedirgin ediyordu.

Öyle yaşıyorduk ki, hiç ölmeyecek gibi, sıra bize hiç gelmeyecek gibi. Oysa zamanı yoktu ölümün. Yaşı mekanı, acabası, keşkesi yoktu. Genci, ihtiyarı, kadını, erkeği yoktu. Bir dakika önce sizinle gülüp oynayan kişiler, bir dakika sonra yok oluveriyordu. Bu acı gerçek, irademizin kavrayamayacağı kadar çarpıcıydı.

MAATTEESSÜFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin