16 - Teklif

13.6K 748 340
                                    

Multimedya: İsa ve Sahra (Çalışma için @missguard'a sonsuz teşekkürler)

Playlist: Apocalyptica - I Don't Care
Three Days Grace - I Hate Everything About You

Bülbülüm Altın Kafeste (Sahra&İsa)
________________

Sıcak güneş tepede parlarken, hafif bir meltem yüzümü yalayıp geçti. Ne kadar güzel bir gündü. Piknik alanı insanlarla doluydu. Kapalı mekanları kalabağı sevmezdim, boğucuydu. Ama böylesi; neşeyle gülüşen, mutlu insanlar.. Yemyeşil ağaçların gölgesinde ve renklerin içinde tüm sevdiklerim.. Hem mutluluk hem nefesti bana. Kimileri çime serdikleri örtülerde piknik yapıyordu. Annemle babam az ötede mangalın başındaydı, birbirlerine gülümsüyorlardı. Her zaman onlar gibi bir aşk istedim, birbirlerine gerçekten değer veriyorlardı. Sonra kalabalıklar içinde Kağan'ı gördüm, Bana doğru geliyordu.

"Kağan" diye seslendim, ardından ben de ona doğru yürümeye başladım. Ayrılmıştık.. Onu özlemiştim. Ona soracak, söyleyecek çok şeyim birikmişti. Yürürken göz ucuyla, bir ağaca yaslanmış olan Seyhun'a baktım. Yüzünde onaylamaz bir ifade vardı 'yapma' der gibi. Aldırış etmeden Kağan'a yetiştim. Ben birşey demeden ellerimi tuttu.

"Aşkım"

"Birtanem?" Soran gözlerle ona baktım. Yine bana mı dönmüştü, yanımdaydı. "Seni özledim"

"Ben daha çok özledim" Bakışları tatlı simasına eşlik etti. Gülümseyip burnumu öptü, gülüştük.. Mutluluk bahar çiçeklerini üzerimize dökerken, havanın sıcak tadını dilimde hissettim.
Sonra birden nefesim daraldı. Boğazıma oturan yumruyla içimi bir sıkıntı kapladı. Herşey rengini yitirmeye başladığında etrafa bakındım, insanlar koşuşuyordu, neden? Kağan'a döndüğümde arkasını dönmüş gidiyordu. Elimi uzattığımda parmaklarım ona dokunamadı. Peşinden koşmaya başladım, ama çok uzaktı. İçinde olduğum mekan, bir kütüphaneye dönüştüğünde karanlık olmasına rağmen iki yanımda sıralanan kitapları görebiliyordum. Dar koridorda Kağan'a yetişme çabasıyla yürüsem de sonuç alamamıştım. Dükkanda yalnız olduğumu hissetmek endişemi tırmalıyordu. Durup etrafı incelediğimde, sorgusuzca elimi göz hizamdaki rafa uzatarak ince bir kitap çıkardım 'Tolstoy - İnsan Ne ile Yaşar?' Çocukluğumun beni en çok etkileyen kitaplarındandı şüphesiz. Yaratıcı, emirlerinin arkasındaki hikmetleri anlayabilmesi için Melek Michael'i dünyaya gönderiyor ve üç sorunun cevabını yaşayarak bulmasını sağlıyor; İnsanın içinde barınan nedir?, İnsana verilmeyen nedir? ve İnsan ne ile yaşar? Kitaptan rastgele bir sayfa açtığımda gözüme ilişen cümleri okusam da idrak edemiyordum. Arkamda hissettim hareketlilikle başımı kaldırıp etrafı yokladım.

Karanlık ürkütücü bir hal aldığında tedirgince ilerleyerek birilerini aradım. "Kimse var mı?" Sesime yanıt beklerken boğamıza yapışan ellerle sarsıldım. Ardımda beni boğan karanlık arttıkça, korkuyla kaçmaya başladım. Gittikçe nefes almam zorlaştı. Ağzımı açarak derin nefes almak için çabaladım. Bağırma çabalarıma rağmen sesim çıkmıyordu. "İmdat! Yardım edin!" feryatları boğazıma kadar geliyor, orada tıkanıyordu. Nefese şiddetle ihtiyacım vardı, iri gölgeler üstüme üstüme yürüyordu ancak çığlıklarım fısıltı kadar bile yoktu. İçimde ne kadar debelensem de kurtulamıyordum. Karanlık beni tamamen ele geçirdiğinde artık kıpırdayamıyordum, ne sesim çıkıyordu ne bir hücremi hareket ettirebiliyordum. Bir kadavra gibi yerde hareketsiz kalakaldım. Boğazım kurudu, nefesim tükendi...

Bundan kurtulmam gerekiyordu, odamda olduğumun bilincine vardım, kabustu.. Ancak yine de uyanamıyordum, depelenmeye başladım, tek bir parmak! Sadece tek bir parmağımı kıpırdatabilirsem uyanacağım. Ama şu anda bunu başarmak, gökkuşağına dokunmak kadar imkansızdı.

MAATTEESSÜFWhere stories live. Discover now