BÖLÜM 14: O İYİ KADIN!

18.4K 1.3K 159
                                    

BEN GELDİM :) BU BÖLÜM KOMEDİDEN BAYAĞI BİR UZAKLAŞTIK. HÜZÜNLÜ BİR BÖLÜME HAZIR OLUN AMA SONRAKİ BÖLÜMLER FULL GAZ DEVAM :) ZATEN HAYATTA DA SÜREKLİ GÜLEMEYİZ DEĞİL Mİ?

YORUM YAPMAYI, OYLAMAYI VE BENİ WATTPADDE TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN!

Ö-PÜL-DÜ-NÜZ!

Barış'ın bakış açısından;

Yolda ilerlerken Youtuber olduktan sonra kazandığımız paralarımı biriktirip aldığım manevi değeri yüksek olan arabamın içi sessizdi. Sessizliğin raddesi o kadar büyüktü ki nefes alışverişimi net bir şekilde duyabiliyordum. Sessizliğin nedeni konuşacak kelimelerin bulunamaması değil bedenlerimizi ele geçiren üzüntü, aynı zamanda durumun verdiği gerginlikti.

Yaklaşık on dakika önce karakoldan önde bizi takip eden bir polis aracıyla birlikte ayrılmıştık. Komiserin odasında yaptığımızım o kısa konuşmanın ardından elimizdeki kısıtlı bilgiyle asfalt yolda ilerliyorduk. Kısıtlı bilgiden kastım tek bir adresten ibaretti. Onun dışında elimizde ne bir isim ne de muhatap olacağımız kişi hakkında bir bilgi vardı ki bizi gergin yapan etmende buydu. Üzüntümüzün sebebini söyletmeyin işte... Ayşecik gidiyordu.

Bunu bir kez daha kendi kendime tekrarladığımda bedenim derin bir iç çekişle tepki verdi, gözlerim yan koltuğumda oturan Deniz ile Ayşe'ye kaydı. Ayşe Deniz'in dizlerine doğru oturuyordu ve küçücük elleriyle arabanın ön tarafına koyduğum oyuncaklara erişmeye çalışıyordu. Gülümsedim.

"Ne eziyet ediyorsun çocuğa. Versene"

"Hı" Deniz başını salladıktan sonra başını döndürüp bana baktı. Uzak bir yerlerden gelmiş bir yabancı gibiydi. "Ne dedin?"

"Oyuncak diyorum." Kaşlarımla anlamasını kolaylaştırmak için oyuncağı işaret ettim. "Versene. Çocuk kangren oldu alacağım diye" Deniz Ayşe'ye baktı. Gerçekten de durumu yeni fark etmiş gözüküyordu. "Ha" diyerek oyuncağa uzanıp ona verdi. Ayşe oyuncağı sallamaya başladı. O kadar hızlı sallıyordu ki kendimi gülmekten alıkoyamamıştım.

Öndeki polis aracı giderek yavaşlayarak durduğunda geldiğimizi anlamıştım. Biraz önceki gülüşümden yüzümde kalan tebessüm silindi, yaklaşıyordu veda vakti. Karmaşık duygularımdan uzaklaşıp etrafı incelemeye verdim kendimi. Orta halli, çoğu müstakil bazıları ise iki katlı olan evlerden oluşan bir mahalledeydik. Evlerin hepsinin bahçesi, bahçelerinde de oturup muhabbet, sohbet edebilecekleri, yemek yiyebilecekleri yerler vardı. Buradaki insanların arasındaki bağ güçlü olmalıydı.

Polis memurları araçlarından çıkarken bizim de inmemiz gerektiği aklıma dank etti ve Deniz'i beklemeden ilk hamleyi yapıp inen ben oldum. Deniz de benim peşi sıra arabadan indi, polis memurlarıyla aramızdaki mesafenin orta noktasında buluştuk.

"Ev burası" dedi diğerine göre daha genç olan polis memuru. Görünüşte ikisi de gençti ama belki giyim belki yaşanmışlıklardan dolayı biri diğerinden daha büyük, daha olgun gözüküyordu. Başımla onayladıktan sonra gözlerimle evi süzdüm. Ev diğerleriyle kıyaslandığında daha güzel, daha bakımlıydı. Hatta ileri gidip sanki farklı bir yerden alınıp buraya konduğunu bile iddia edebilirdim.

"Durumları kötü bir aileye benzemiyorlar" diye öne sürdü tezini Deniz.

"Evet, benzemiyorlar" diye katıldım ona. "İyi de, durumları kötü değilse neden bırakır ki insan çocuğunu?" Olgun gözüken polis memuru araya girdi.

"Bu dünyada neler olduğundan tam anlamıyla haberdar olsan, emin ol yatağına yattığında uyuyamazsın ama şimdilik yatağında mışıl mışıl uyumaya devam edebilmen için şunu söyleyebilirim ki maddi sıkıntılar hiçbir zaman bir çocuk bırakmak için neden değildir. Asıl neden başka."

@FENOMENWhere stories live. Discover now