BÖLÜM 48:KEDER PART 2

12K 786 140
                                    

BEN GELDİM :) İKİNCİ PART İLE KARŞINIZDAYIM. YORUMLARINIZA CEVAP VEREMEDİKLERİM VARSA AFFOLA LAKİN HEPSİNİ OKUYORUM HABERİN OLSUN :) YORUM ATMAYA DEVAM.

BENİM HAKKIMDA MERAK ETTİKLERİNİZİ SORUN DEMİŞTİM GEÇEN BÖLÜM. BU BÖLÜM TEKRARLIYORUM SORUN :) İÇLERİNDEN 20 TANESİNİ SEÇİP ÖZEL BİR BÖLÜM OLARAK RENKSİZ DİYARLARA KİTABIMDA PAYLAŞACAĞIM.

YORUMLAMAYI/OYLAMAYI/ÖNERMEYİ/PAYLAŞMAYI/BENİ WATTPAD DE TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN.

535 TAKİPÇİM VAR HADİ 550 YAPALIM :D

BU BÖLÜM DE 150 OY OLSUN :) ÇOK ŞEY İSTEDİM AMA YAPARSINIZ SİZ. BİTANESİNİZ ♥

Ö-PÜL-DÜ-NÜZ.

BARIŞ'IN BAKIŞ AÇISINDAN;

"Anne hani bazen şuran" Elimi ağır bir şekilde kaldırıp sol tarafımın üzerine koydum. "O kadar yavaş atar da sen yaşamadığını düşünürsün ya. Hani böyle aldığın nefes dokunduğu her yeri yakar ya?" Kelimeler kilitli kutular ardına saklanıp içlerinden biri söylenmek için gönüllü olmadığında sustum. Annem okuduğu gazeteyi indirip ilerleyen ama hiç göstermediği yaşından ötürü kullanmaya başladığı kırmızı okuma gözlüklerinin üzerinden baktı.

"Ee," dedi. Bir şey söylememi bekliyordu. Ardı ardına sıraladığım bir mana oluşturmayan kelimelerden tatmin olmaması anormal değildi. Ben, zihnimin içerisinde hissettiklerimi izah edebilmek için saklanan kelimelerden doğrularını bulmak için çabalarken bir süre beni bekledi.

"Yani, Nasıl oluyor? Bu acı? Nasıl gidiyor? Hani her aklına girdiğinde, her yüz ifadesini hatırladığında kalbinde..." Oflayarak yüzümü ellerim arasına gizledim. Yüzümün tenine değen koca ellerim hiçbir gün ışığını geçirmeyip beni içinde bulunduğum karanlığın derinliklerine sürüklerken bir iki saniye öyle durup soluklandım. Gözlerim bana şefkatle bakan annem ile buluştuğunda her şeyden vazgeçmiş, kendimden ölesiye nefret ediyordum. "Söyledim anne. Ona gideceğimi söyledim. Ona, ayrıca onu bırakmayacağımı ben uzaktayken de başarabileceğimizi söyledim ama ne var Asya Sultan biliyor musun? İnanmadı. Sözlerimin bir tanesine bile itimat etmedi fakat bana ne bir kelime etti ne de onu bırakıp gittiğim için bana bağırdı, kızdı."

"Sen ne düşünüyorsun" diye sordu annem. Hala elinde tuttuğu gazeteyi ikiye katlayıp yandaki sehpaya bıraktı. Gözlüklerini de çıkarıp gazetenin üzerine bıraktıktan sonra nihayet konuşmak için hazırdı. "Gerçekten başarabilecek misiniz?"

"Bu nasıl bir soru böyle?" dedim ukala bir tavırla. Adım kadar emin olduğum cevap annemin sorgulamasıyla anında değişip beni şüpheye düşürdü. " Anne" Sesim tükenmiş, bitkin duyuluyordu. "Sana sorduğum soru bu değildi. Sana içimdeki bu acıdan nasıl kurtulabileceğimi sordum. Sen ise bana başka sorular sorup aklımı karıştırıyorsun. Neden böyle yapıyorsun?"

"Sen hiçbir psikoloğun sen gidip derdini anlattığında tedavisini hemen söylediğini gördün mü? Ben de aynı yöntemi izliyorum işte. Biliyorum sinir bozucu ama emin ol etkili." Göz kırptı. "Tecrübeyle test edildi. Güven bana. Hadi söyle. Başarabileceğinize inanıyor musun?"

"Sen sorana kadar evet" Koltukta otururken ani bir kararla yüzüm anneme dönük olacak bir biçimde uzandım. Sanırım bu pozisyon duruma daha çok uyuyordu. "Mesafelerin insanlara iyi gelmediğini biliyorum. Bir sürü sorun doğabiliyor." Bir kalp atım süresi kadar sesimi kesip aklımdaki fikirlerin seslerini duyurmalarına olanak sağladım. Ağzım konuşmak için açıldığında sesim kısıktı. "Özlemek bunlardan en kötüsü sanırım. Şayet... Ben daha gitmeden özledim onu."

@FENOMENWhere stories live. Discover now