BÖLÜM 30: PİKNİK

17.3K 1K 422
                                    

#ÖLÜYORUM, #37.3 DERECE ATEŞ, #VEFALI YAZAR...

ŞAKA MAKA HASTAYIM YA :( HEM DE FENA. ONA RAĞMEN SİZİ DAHA FAZLA BEKLETMEMEK İÇİN BÖLÜMÜ BİTİRİP PAYLAŞIYORUM. İÇİME SİNEN, SİZİN DE BEĞENECEĞİNİZİ, SONUNU OKUYUNCA SÖVECEĞİNİZİ DÜŞÜNDÜĞÜM BİR BÖLÜM OLDU :)

ŞU AN MİZAHTA 128. OLSAK DA 69. SIRAYA KADAR YÜKSELDİK. NİCE BAŞARILARA :)

YORUMLAMAYI/OYLAMAYI/BENİ WATTPAD'DE TAKİP ETMEYİ/ HİKAYEYİ ÖNERMEYİ/ BANA GEÇMİŞ OLSUN DİLEMEYİ :)/ DUA ETMEYİ UNUTMAYIN :)

Ö-PÜL-DÜ-NÜZ :)

DENİZ'İN BAKIŞ AÇISINDAN;

Mıknatısın iki zıt kutbu gibi birbirine çekilen bedenlerimiz ayrıldığında bir deli rüzgâr geçti aramızdan. Geçerken sokağın asfalt zeminine tek tük dökülen yapraklar ise sonbaharın habercisiydi. Esen rüzgâr insanı üşütmeye yetecek serinlikte olsa da benim tenime dokunduğunda dumanlar yükselmişti semaya.

Esen rüzgârın tenimden yükselen dumanlarla bir alakası olmadığını anlayamayacak kadar aptal değildim. Zihnim, sinem yüzüne bakmak için başımı kaldırmak zorunda olduğum devasa adamın mavi gözlerinin her şeyin nedeni olduğunu biliyor, sinem pır pır atarak bana bunu her saniye yineleyerek söylüyordu.

Orada, sokağın orta yerinde, herkesin görebileceği, ayıplayabileceği ihtimaline rağmen kaygısız, dertsiz dünyayı boş vermiş iki serseri gençtik biz. Nefesi bir diğerinin akciğerine bağlanmış, yaşam enerjisi birbirine kenetlenmiş gözlerinden sağlanan iki genç. Zaman geçen her saniye gençliğimizden çalan dünyanın en büyük hırsızıydı ve bizim yaşanacak onca saatlerimiz, günlerimiz, aylarımız, yıllarımız varken biz düne kadar rutini okul-ev olan, yaşı yüzü geçkin insanlarmışız meğer. Yaşadığımız da öldüğümüz de belli değilmiş...

Şimdi ise yaşıyordum. Karşımdaki devasa adamdan aldığım küçücük bir buse kalbimi eski ritmine döndürmeye yetmişti.

"Bir şey söylemeyecek misin güzelim?" Ömür gibi gelen sessizliğin ardından Barış'ın yönelttiği soru beni yolculuğa çıktığım düşünce diyarlarından geri döndürürken bir o kadar da garip hissettirmişti.

"Ne gibi?" diyerek soruya en içten, en gerçekçi duygularımla soruyla cevap verdim. O kadar yabancı idim ki böyle şeylere! Ne, ne yapmam gerektiğini biliyordum ne de ne söylemem gerektiğini. Ellerimi kollarımı koyacak yer bulup zapt edebilmem bile mucizeydi.

"Ne gibi?" Barış kollarını göğsünde birleştirdi, yüzünü tuhaf bir şekle sokup düşünüyormuş gibi yaptı lakin aklında bir fikir olduğu aşikârdı. "Belki nasıl hissettirdiğini söyleyebilirsin. İyi bir başlangıç gibi olabilir."

"Neyin iyi hissettirdiğini?" Barış devam etmekte ısrarcı saflığım karşısında sinirlenmeyip sakinliğini korudu, bir iki adım atıp aramıza koyduğumuz mesafeyi kapatırken konuşma, hareket etme eylemleri bedenimi terk etmişti.

"Öpücüğümün güzelim." Tavrı bir çocuğa öğretir gibi nazik, sakin, inatçıydı. İstediğini almadan, cevabını duymadan bırakmayacaktı beni. "Söyle bana. Ne hissettin? Söyle ki bir yerden başlayalım."

"Başlayınca ne olacak..."

"Deniz!" Dudaklarımı çatılan kaşlarının öne çıktığı çehresini görmemle birbirine bastırdım. Bu ufacık sohbetle Barış'ın da sabır eşiğini öğrenirken dış etmenlerin etkili olduğunu göz önünde bulundurarak bunu sonra bir daha test etmem gerektiğini aklıma yazdım. Zor biriydim ben. Ne yani en ufak şeyde kızacak mıydı bana böyle canım!

"Hoşuma gitti." diye itiraf ettiğimde çatılmış kaşları yumuşadı, gözlerimi ayıramadığım o biçimli dudakları suratında beliren gülümsemesiyle yeni bir şekil aldı.

@FENOMENWhere stories live. Discover now