Fırtınalı Bir Gece

1.8K 220 655
                                    

Şiddetli bir şimşek, gecenin zifiri karanlığına çaktı. Gök gürültüsü hemen ardından yetişti onu kovalayan bir sevgili gibi. Rüzgâr en delişmen haliyle onların kavuşmalarına eşlik etti. Issız ormanın kenarında yalnız başına dikilen taş duvarlı, tek katlı evin pencerelerine şimşeğin şavkı vururken, ahşap çerçevelerden gök gürültüsü süzüldü geçti. Bir yıldırım düştü ormanın içindeki bir ağaca. Şiddetli bir bomba patlamış gibi çıkan ses, pencerenin önünde sallanan sandalyesinde oturan kadını irkiltti. "Hih! " diye bir ses figan etti sımsıkı kapalı dudaklarının arasından.

Onu korkutan ses kaybolunca yeniden sakinleşti. Gözünü dahi kırpmadan kaldığı yerden seyrine devam etti dışarıda kopan kızılca kıyameti. Bakışları her şimşek çaktığında bir anlığına aydınlanan yoldaydı. Ne kadar zamandır burada oturmuş bekliyordu?
Ağaçları döverek, bardaktan boşanırcasına yağmaya başlayan yağmur tedirgin bakışlarını endişeye teslim etti. Nerede kalmıştı? Onun bu saate kaldığı görülmüş vakıa değildi. Merak yerini evhama bırakırken kapıya vuran ' Tak, tak' sesi kadını yerinden sıçrattı. Gelmiş miydi? İyi de gözünü yoldan ayırmamıştı. O görmeden nasıl geçip de kapıya gelmişti?

Endişe, merak, evham; tüm duygular ağır ağır çekilerek yerini korkuya bıraktı. O kalkmaya karar verememişken kapıdan bir daha, ' Tak, tak! ' sesi yükseldi. Takırtıya şimşek ve gök gürültüsü eşlik ederken kadın neredeyse çığlık atacaktı.
Derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açtı; boğazında atan kalbini yutar gibi yutkundu. Ellerini sandalyenin kenarlarına yerleştirerek destek aldı ve ayağa kalktı. Kapıyı açmasını söyleyen iç sesine inat dizleri titriyordu. Tüm hücreleri, kalbi, bedeni korkudan titrerken ağır adımlarla bulunduğu odadan çıktı. Eliyle istem dışı elektrik düğmesini bulurken, elinin altında oynayan düğme işlevini yerine getirmedi.

Bir kez daha yutkundu elektriğin kesildiğini anlayarak.
Başını sola çevirdi dış kapıyı görebileceği bir noktada durmak için. Kim o diye sormak için aralanan dudakları kapının kendi kendine açılmasıyla acı bir çığlığa ev sahipliği yaptı.
Ağzından kopan çığlığı kapıdan içeri süzülen sert rüzgâr bastırdı. Korkudan kalbi gümbürderken açık kapı tak tak diyerek açılıp kapanmaya devam ediyordu. Sağ elini kalbinin üzerine koyarak rüzgarın açtığını düşündüğü kapıya iki büyük adımda ulaştı. Kapıyı sertçe tutarak karşısında uzanan dışarıya bakarak kapattı. Öyle çok korkmuştu ki.
Açılan kapının ardında kimsenin olmadığını görmek dahi onu sakinleştirememişti. Eli böğründe yeniden yalnız bıraktığı sandalyesine döndü. Kalktığı anın iki katı fazla titreyen bedenini sandalyeye bıraktığında bir şimşek yeniden ortalığı aydınlattı. Şimşeğin aydınlattığı odada, sandalyenin önüne düşen ince uzun gölge kadına öncekinden daha büyük bir çığlık attırdı.

Fırtına kopan çığlıklarla birlikte son vuruşlarını yaptı. Bir yıldırım daha düştü ormanın içindeki herhangi bir ağaca. Bir şimşek daha çaktı karanlığın ortasına. Gök gürültüsü son bir kez titretti yeryüzünü. Son yağmur damlası düştü ıslak çimenlere. Ardından derin bir sessizlik çöktü vahşi doğaya. Bulutlar esen son rüzgâr perdeleriyle aralandı gökyüzünde. Ay, usulca göründü kara bulutların arasından. Ayın ışığı tek katlı taş evin içini aydınlattı. Sallanan sandalyede oturan kadın gözünü dahi kırpmadan dışarı bakıyordu. Sandalyenin ayakları her ileri geri gidişte ahşap zeminde gıcırtılı bir ses bırakıyordu.
Kadının ayın ışığında parlayan beyaz elleri kucağında duruyordu. Gözleri dışarıda, elleri kucağında, boynunda saplı küçük çakıyla ileri geri, ileri geri sallanıyordu.


WW



İyi akşamlar Hikmet. "
"İyi akşamlar Bahtiyar. "
Kepenkleri kapatma vaktinin geldiği bu küçük kasabada hava kararmaya yüz tutmuştu. Yan yana iki dükkan sahibi, aynı anda günün yorgunluğunu sırtlarına yüklenmiş kepenkleri indiriyordu. Birbirlerine selam verip ikisi de kendi araçlarına doğru, kaldırım taşlarından inerek bindiler. Arka arkaya duruyordu araçlar. Öndeki lacivert Volvo'nun sahibi Hikmet ilk önce emektar aracını çalıştırıp hareket etti. Gideceği yol bir saat kadar sürüyordu.
Kasabanın dışında, ormanın kıyısındaki bir evde oturuyordu. Baba yadigarıydı o ev. Eşi bir kaç kez şehre taşınalım dese de aldırış etmemişti. Sabah kuş sesleriyle uyandığı bu evi asla terk etmeyecekti. Orman ona huzur veriyordu. Dikiz aynasından seyrek akan trafiği kontrol ederek ilk dönemeci döndü. Yolun kıyısına dizilmiş, ikişer üçer katı geçmeyen rengarenk boyanmış evler, akşamı karşılayarak tek tek ışıklarını yakıyordu. Yolda yürüyen tek tük insancıklar evlerine gidip, rahat koltuklarına kurulmanın hülyasıyla adımlarını sık atıyordu.
Biraz hızlanmak, kendi rahat koltuğuna kavuşmak için gaz pedalına bastı. Araba garip homurtular çıkararak tekerleklerinin dönüşünü hızlandırdı. Bir ıslık tutturdu Hikmet. Tek eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle radyoyu açtı.
Türk musikisinin iç burkan melodisi aracın içini doldururken Hikmet, kaybettiği yakınlarını, annesini, en çok da babasını hatırladı.

"Dönülmez akşamın ufkundayım. Vakit çok geç, bu son fasıl ey ömür; nasıl geçersen geç. "

Müzik kulaklarından ruhuna doğru yol alıyor, gün boyunca işlerin yoğunluğundan hatırlamaya ya da düşünmeye fırsat bulamadığı anılar aklına üşüşüyordu. Dili radyodaki soliste eşlik ederken araç garip sesler çıkararak tekledi. Hikmet bir gayretle yol kenarına çekebildi aracını. Bir iki daha öksürdükten sonra araç istifa dilekçesini sahibine verdi. Radyoyu kapattıktan sonra aracın kapısını açıp dışarı çıkarken emektar aracına küfretmeye bile kıyamadı. Ön kaportayı açıp kusurun nerede olduğuna baktı ama kaportayı açar açmaz çıkan dumanlar kendi halledemeyeceği bir sorun olduğunu anlamasına yetmişti.

Yürümekten başka çaresi yoktu. Bu saatte bu yoldan araba geçmesi mucize niteliğindeydi. Az daha dayansaydı Volvo'su yarım saate evinde olurdu ama şimdi nerden baksa bir saat yürüyecekti. Araçtan el fenerini alıp ön kaputu yeniden kapattı. Kapıları uzaktan kumandayla kilitleyip uzun yürüyüşüne başladı. Ortalık ıssızdı. Havada garip bir durgunluk vardı. Adeta yaprak kımıldamıyordu. Karanlık her tarafı işgal altına almış, ayın solgun ışığının düştüğü ağaçların gölgesi dar yola heyula gibi düşmüştü.

Kurbağalar da vıraklamayı kesmişti bu gece. Çekirgeler de ötmüyordu. Issızdı orman, suskundu doğa. El fenerinin cılız ışığını arada bir ormana doğrultuyor, ağaçların arkasındaki zifiri sessizlik ürkmesine neden olunca ışığı yeniden yola tutuyordu. Adımlarını olabildiğince hızlı atıyordu. Terlemeye başlamıştı hafif şişman bedeni. Tek elini saçsız başında gezdirip terini sildi. Nefes alış verişi sıklaşmıştı ama durup dinlenmeye, hele de arkasına bakmaya ölesiye korkuyordu.
Aklına onu evde bekleyen eşi geldi. Füsun kim bilir ne çok merak etmişti. İyice nefesi tıkanırken birkaç dakikacık durmanın iyi olacağını düşündü. Korkusunu yenmek için başını gökyüzüne çevirip, bulutların kapatmaya başladığı aya merhaba dedi. Bulutlar yeryüzünde esamesi okunmayan rüzgârın eşliğinde toplanıyordu.

'Hay şansıma tüküreyim! Bir yağmur eksikti; şimdi tam oldu. "

Düşüncesiyle birlikte ilk şimşek çaktı. Ardından gök gürültüsü eşlik ederken az önce varlığını yeryüzünden silmiş olan rüzgâr katıldı ikiliye. Ağaçlar sessizliğini bozup yapraklarını hışırdatarak eşlik etti fırtına konserine.
Adam durmayı bırakıp yeniden sık ve hızlı adımlarına dönüş yaptı. İlk yağmur damlası yüzüne düşerken ormanın içindeki bir ağaca yıldırım düştü. Ağaç yıldırımın ezici gücüyle çatırdarken Hikmet içine dolan korkuyla besmele çekti. Bu gidişle eve varana kadar sıçan gibi ıslanacaktı. O korkuyla aklına karısı geldi. Merak etmesin diye aramayı unuttuğunu hatırladı. Yürümeyi bırakmadan cebinden telefonunu çıkarıp ' bir tanem' yazan ismin üstüne dokunup arama tuşuna bastı. Telefonu kulağına götürdüğünde ona, " Hay ben senin! " dedirten servis dışı sesini duydu. Çekmiyordu lânet telefon. Yağmur şiddetini arttırarak yağmaya devam ederken bir ses işitti.

"Hikmet! "
E yi uzatarak söyleyen sesin varlığı ile yokluğu belirsizdi. Hikmet dehşete kapıldı ilk önce, feneri ileri uzatarak dört tarafına baktı. Yağmur, ağaçlar, yol ve karanlık; görebildiği tek şey buydu işte. Yanlış duyduğunu düşünerek yeniden yürüdü.

"Hikmet, beni bulmayacak mısın?"

Ardından kıkırtıyla gülen şımarık kadın sesini duyduğunda eli ayağı titreyerek yeniden feneri çevreye tuttu. İki tarafını görmesini sağlayan fener arka tarafına döndüğünde cılız ışığını ondan esirgedi. Bir iki parladı ve söndü. Artık karanlık, fısıltı ve Hikmet baş başaydılar. Feneri elinde faydası olacakmış gibi sıkı sıkı tutarken bağırdı.
"Kim var orada? "
Yağmurun ağaçlara çarparak çıkardığı seslerde kayboldu sesi. Korkudan kalbi göğüs kafesini zorlayacak gibi atıyordu. Cevap gelmedi titrek haykırışına. Koşmaya başladı. Yolda biriken çamurlu su her adımında pantolonunun arkasını çamura buluyordu. Birkaç dakikadır çakmayan şimşek, o koşarken çaktı. Şimşeğin şavkı önünü bir anlığına aydınlatırken bir kadın sureti burnunun ucunda belirdi, ve karanlık; Hikmet'in boğazından çıkan çığlığa benzeyen ses.
"Buraya gel! Kurtuluşun burada. "
Başka bir ses ve yeniden çakan şimşek. Suret kaybolmuştu. Korkunun sebep olduğu bir sanrıydı belki de.
"Buraya gel! "
Bu kez başka renge sahip bir sesti fısıldayan.
"Hadi buraya gel! "
Ardından başka bir ses.
Sonra tüm sesler aynı anda fısıldamaya başladı. Hikmet kaldığı yerden koşmaya devam etti gittiği yönün farkına varmadan. Bir şimşek daha çaktı. Hikmet korkuyla açılan gözleriyle bir anlığına aydınlanan bulunduğu ortama baktı. Ormanın içindeydi. Kalbi durma noktasına gelmiş, fısıltıların sesi beyninin içinde davul çalıyordu. Ellerini başının arasına alıp dizlerinin üstüne çöktü. Bağırıyordu.
"Yeter! Yeter kesin sesinizi! "
Susmuyordu sesler. Beyni kafatasından ayrılacak gibiydi.
"Hikmet. "
"Hikmet. "
"Hikmet. "
Aynı anda onlarca farklı ses ismini fısıldıyordu. Ellerini başından çekip yere geçirdi tırnaklarını. Yağmur tüm şiddetiyle yağıyordu. Bir yıldırım daha düştü ormanın içindeki bir ağaca. Tırnaklarının içine kuru çam iğneleri battı.
Sesler durmuyordu.
"Hikmet. "
"Hikmet. "
Artık dayanamayacak hale gelmişti. Başını yere vurmaya başladı. Her vuruşunda bağırıyordu.
"Yeter! "
"Yeter! "
"Yeter! "
Azalan yağmur damlalarıyla birlikte son şimşek çaktı. Rüzgar ayın önündeki kara bulutları çekti. Ayın solgun ışığı, yerde hareketsiz yatan adamın üstüne vurdu. Dizlerinin üzerine çökmüş, elleri toprağı avuçlamış, başını bir taşa yaslamıştı. Biri görse huzurlu bir uykuya daldığını düşünebilirdi; taşın üzerine saçılmış kan ve beyin parçaları olmasaydı


Kayıp Ruhlar OrmanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin