Deli

1.1K 172 606
                                    


Sabah güneşi ufukta görünmüş , dünkü fırtınanın oldurduğu yıkımı aydınlatıyordu. Orman, güneş ufukta görünmeden ana baba gününe dönmüştü. Polis ve arama kurtarma ekipleri dün göreve çıkıp da geri dönmeyen olay yeri araştırma ekibini arıyordu. Telsizler, eğitimli arama kurtarma köpekleri, Akut, Jandarma ve olmazsa olmaz televizyon ekipleri.

Ormanlığını kaybetmiş orman insan sesleriyle asırlık sessizliğine veda etmişti. Fısıltılar Ormanı insan kaynıyordu. Geceden siyah adam her gelen insanla mutluluktan çığlıklar atıyordu. Bütün uğraşlara rağmen ekipten ne bir iz ne bir ses çıkmıştı. Yer yarılmış da içine girmişler gibi yok olup gitmişlerdi. Umudunu kaybeden arama ekipleri ormandan boyunları bükük, akıllarına hücum eden soru işaretleri ile ayrıldılar.

'Koca ekip, araçla birlikte nasıl kaybolurdu? ' Buna mantıklı bir açıklama getirmek imkansızken dört gözle haber bekleyen habercilere verilecek cevap hepsini kara kara düşündürüyordu. Büyükşehir Emniyet Amiri şimdilik açıklama yapılmasını yasaklasa da haberciler içerden aldıkları haberle akşam saatlerinde bombayı patlattı.
Fısıltılar Ormanı Kasabası'nda kaybolan ekibi uzaylılar mı kaçırdı?
Başlığı ile atılan haberler tüm ülkeyi ekran başına kilitlerken aksiyon arayışında olan çılgın insanlar kasabaya doğru yola çıkmıştı bile. Kasaba artık daha da kalabalık olacaktı ve siyah adam daha da güçlü.

WW


"Yahu sen bu işten bir şey anladın mı? Ben hiçbir şey anlamadım. Nasıl kaybolur insanlar puf diye? "
"Ne bileyim de, bence bu işte bir bit yeniği var. Hadi adamlar kayboldu, araç nereye gitti? "

Kasabanın gürültülü meydanından uzaklaşmak için ara sokaklara dalan iki muhabir fikir yürütmeye çalışarak, başları yere eğik, arnavut kaldırımları arşınlıyorlardı. Zayıf bedenine ağır gelen koca kafası, adım atmaya mecali olmayan saçlarının yarısı dökülmüş, geri kalan kısmı da beyazlamış muhabir, " Akıl sır erecek gibi değil, " derken yaşı ondan küçük olduğu ak düşmemiş saçlarından ve çevik yürüyüşünden belli olan diğer muhabir, " Acaba gerçekten uzaylılar olabilir mi?" dedi.

Huzursuzdu ikisi de. Bu yaşlarına dek bir sürü olay çekmişler, yüzlerce haber yapmışlardı ama bu hepsinden farklı, tuhaf ve ürkünçtü. Hem bu kasabada da bir tuhaflık vardı. Neredeyse güneş hiç yüzünü göstermiyor, hava hep bir fırtına habercisi gibi kurşuni rengini ve nemini koruyordu . İnsanları da bir tuhaftı, burada hiçbir şey normal değildi.

Bir kere insanlara ne sorsalar ağızlarının içinde hım hım ederek gönülsüz cevap veriyorlardı. Tabii cevapların doğruluğundan kimse emin olamıyordu. Bakışları, konuşmaları ve duruşları yabani, insan görmemiş hayvanları andırıyor, göz bebeklerinin içi buradan gidin diye haykırıyordu.
Yaşlı muhabir havanın nemine rağmen terleyen alnını elinin tersiyle silerken, " Geri dönelim, bu yer çok sessiz, " dedi. Genç olan olur niteliğinde başını sallayarak adımlarını ters istikamete çevirdi. İkili, ellerini arkalarında, kalçalarının üstünde bağlamış, akıllarında bin bir fikirle sessizce yürümeye devam ettiler.
Kalplerinde inanılmaz bir huzursuzluk ve korku peydah olmuş, çıt çıksa çığlık atmaya hazırlardı.
"Abi çok mu uzaklaştık ne yaptık? Çok sessiz buralar. "
"Yok be Ali, uzaklaşmadık herhalde. "
"Öyleyse neden hiç ses duyulmuyor? "
"Oğlum korkutma lan!"
"Abi valla ben acayip tırstım. "
"Şimdi ağzının ortasına çakacam bir tane, göreceksin tırsmak nasıl oluyor."
"Aman be abi sanki ben demesem sen tırsmıyorsun! "
"Ulan Ali, Bak valla vuracam he!"

İkili belki korkularını bastırmak için, belki de kulaklarındaki sessizliği bastırmak için atışarak yürümeye devam ettiler. Ne kadar da uzamıştı yol. Halbuki çok da uzaklaşmamışlardı ya da onlar öyle sanıyordu.
Yahya'nın ters çıkışı Ali'yi sus pus ederken sessizlik aralarına set vurmuş, kalplerinin ritmik atışları kulaklarında atmaya başlamıştı. Kuş bile ötmüyordu, ortam o derece sessizdi. Ayaklarındaki spor ayakkabıların çıkardığı hafif hışırtı bile duyuluyordu.
Yolun kenarlarına dikili selvi ağaçlarının yaprakları dahi kıpramıyor, bir kuş uçmuyor, bir kertenkele bile kaçmıyordu. Kasabanın bu bölgesi sessiz, ıssız ve terk edilmiş gibiydi.
Yan yana dizili kimisi tek, kimisi iki katlı evlerde yaşam belirtisi görünmüyor, pencereler ve kapılar sıkı sıkı kapalı duruyordu. Sanki şimdiye dek kimse girmemiş ve bir daha girmeyecek gibi.

Yahya tüm vücudunu saran ter basmasıyla mücadele ederken sıkışan göğsü nefes almasını zorluyordu. Acayip bunaltıcı bir hava vardı.
"Ali, oğlum öleceğim valla, şuraya az oturalım hele."
"Tamam abi, ne oldu, iyi misin?"
Ali Yahya'nın koluna girip evlerin önündeki yükselti kaldırıma oturmasına yardım etti. Yahya cebinden çıkardığı mendille yüzünü silerken Ali onun kareli gömleğinin düğmelerini açtı.
"Hay Allah! Yanımızda su bile yok."
"Tamam tamam, endişelenme birazdan geçer. "
Yahya nefes nefese Ali'yi sakinleştirmeye çalışırken Kucağına pat diye bırakılan su şişesiyle, " Euzubilla! "diyerek hopladı. Ali yanı başında yoktan var olan adama gözleri yerinden fırlayacak gibi baktı. Kalpleri dakikada yüz seksen atarken suyu kucağa atan adam kahkahalarla gülüyordu.
Ali adama vurmaya hücum ederken Yahya bileğinden tutarak onu durdurdu. Zira adamın deli olduğu kılık kıyafetinden, saçı sakalı birbirine karışmışlığından anlaşılıyordu. Adam gözlerinden yaşlar akarak gülerken bir taraftan da konuşuyordu. Gülmesinin arasından kesik kesik anlaşılan kelimeler ikiliyi dehşete sevk ediyordu.
"Gidin buradan, gidin. Buradalar onlar, gidin. "
Kahkahaları sessiz sokakta boş gibi duran binalara çarparak yankı yapıyor, kulaklarda iğrenç ses topluluğuna dönüşüyordu. Ali, " Ne diyorsun be adam, kimler burada? " diyerek yanı başındaki adamın kollarından tutup sarsmaya başladı. Deli onun hareketine aldırış etmeden kahkahalarına ve sözlerine devam ediyordu.
"Onlar burada, her yerdeler, herkesi alacaklar. "
" Kim, kim alacak? "
Ali delirmiş gibiydi. Delinin kahkahaları kulak zarını patlatacakmış gibi hissettiriyordu. Deli hâlâ gülüyor, ağzını yukarı verip katılırcasına gözyaşlarına boğularak gülüyordu.
Ali adamın kollarını bırakıp eliyle kulaklarını kapattı. Beyni tahammül edemeyecekti bu hunhar gülüşe.
"Buradalar, burada, hepsi burada. "

Yahya ne yapacağını şaşırmış, almakta zorlandığı nefesine bir de kalp çarpıntısı eklenmişti. Ali'ye sakin ol demek istiyor fakat ağzından kelimeler çıkmıyordu.
Sessiz sakin, çıt çıkmayan doğa aniden hayata dönmüş gibi serin rüzgarlarını estirmeye başladı. Gökyüzü durağan bulutlarını alıp harekete geçti. Kara bulutlar yavaş yavaş gökyüzünü ele geçirirken bir şimşek çaktı. Ali dizlerinin üstüne çöktü, Yahya sıkışan kalbine elini bastırdı. Deli daha bir gayretli kahkahasını asını duvarlara çarptı. Bir yıldırım düştü selvi ağaçlarına. İlk damla düştü Yahya'nın burnunun ucuna.
Delinin kahkahasına gök gürültüsü eşlik etti. Ali neredeyse çığlık atacak gibi. Gözleri kapalı, elleri kulaklarında, dişlerini sıkmış Yahya'yı unutmuş dua ediyor.

"Rabbim beni kurtar! "
Yağmur hızlanıyor, Yahya, Ali ve deli ıslanıyor. Boş gibi duran evlerden birinin penceresi açılıyor, birinin ve birinin daha. Kapılar açılıyor, sessizlik hükmünü kaybediyor. Açılan kapı ve pencerelerden simsiyah insanlar uçuyor. Deli bağırıyor:
"Buradalar, hepimizi alacaklar! Onlar her yerde. Karahi hükmünü sürüyor. "
Siyah varlıklar Ali ve Yahya'nın üstüne kapaklanıyor, deli kahkahasına boğularak ortadan kayboluyor.



"Duy beni doğanın hükümranı! Işık yeniden doğdu, lanet bozuldu. Karahi cehenneminden çıkıp geldi. Kan ağlıyor yer ile gök. Benim hiddetim onu durdurmaya yetmiyor. Alfa! Gel artık, duy beni!"

Aslı kulaklarına değen çağrının sahibini gözleriyle dört tarafı inceleyerek aradı. Deli gibi yağan yağmurdan bir adım önünü dahi görmek mümkün değildi. Zihnine kocaman bir boşluk ev sahipliği yapıyor, burada ne aradığını ya da Gökkurt'un nerede olduğunu hatırlamıyordu. Zihni sanki sis bulutunun içine girmiş de kaybolmuş gibiydi.
Saçlarından süzülen yağmur suları önce yüzüne, oradan da yere akıyordu. Soğuktu, öyle soğuktu ki dişleri birbirine çarpıyordu. Ne tarafa gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Yolunu kaybetmiş ürkek ceylan yavrusu gibi dımdızlak ortada kalmış, avcının gelip vurmasını ya da kurtarıcısının gelmesini bekliyordu.

Derinlerden bir ses kulaklarına çarptığında kollarıyla sardığı vücudunu tahminen sesin geldiği yöne çevirdi. İyice dinleyerek sesi bir kez daha duyduğunda sevinçle, " Gökkurt, buradayım Gökkurt! " diye deli gibi bağırarak o yöne koşmaya başladı. Her yer çamur ve balçıktı. Kara küller yağmurla karışıp çamur olup akıyordu. Yağmur şiddetini azaltmadan yağıyor, Aslı Gökkurt'un ismini haykırarak koşuyordu. Ayağı kaygan çamurdan kayarak yüz üstü yere kapaklandı. Sarı saçları ve yüzü gözü çamura bulanmıştı. Pes etmedi, ayağa kalktı, ayağa kalkarken elleri çamura bulandı. Tüm kıyafeti, yüzü gözü her yeri çamurdu. Yağmur düşen her damlasıyla bir parça çamuru da beraberinde götürmese canavar sanılması işten bile değildi.
"Aslıııııı! "
Duyduğu üçüncü çağrı yaklaştığını ve doğru yolda olduğunu gösteriyordu.
"Gökkurt, buradayım Gökkurt! "
"Aslıı geliyorum güzelim orda kal! "
Nihayet sesini duyurabilmişti Gökkurt'a. Gözlerinden sevinç yaşları dökülürken beklemek yerine koşmaya devam etti. Gökkurt görüşüne girdiğinde bacakları kendini taşımayı bırakıp dizlerinin üstüne küt diye düştü. Gökkurt tepeden tırnağa ıslanmış, uzun siyah saçları yüzüne yapışmıştı. Her koşusunda ayağından etrafına çamurlar sıçrıyordu. Divane gibi Aslı'nın ismini haykırarak adım adım yaklaştı.
Nihayet mesafe kapanıp Aslı'ya kavuştuğunda o da dizlerinin üstüne çöktü ve Aslı'yı tutup bağrına bastı. İkisi de bağıra çağıra ağlıyordu.
Geceden siyah adam dişlerini sıkmış onları izliyordu.
"Espiyum miknda huve sint. " ( Onu senden alacağım insancık. )








Kayıp Ruhlar OrmanıWhere stories live. Discover now