Gölge

898 137 267
                                    

Güneş yüzünü yeryüzüne göstermeyeli asırlar geçmiş gibiydi. Sisli, ağır ve yağmurlu havalar hiç bitmiyor, yaz ayları demeye bin şahit istiyordu. Sabah olduğu ancak karanlığın kurşini renge bürünmesinden anlaşılabiliyordu.

Uykudan uyandığında günler öncesinden karar verdiği eylemi gerçekleştirmek için sessizce yatağından kalktı.
Peluş terliklerini ayağına geçirip henüz aydınlanmayan odasının penceresine alışık olduğu adımlarla ilerledi. Kalın perdeyi aralayıp dışarıya göz gezdiriyor, uyuyan mahallenin kapalı pencereli evlerine boş bakışlarını sunuyordu. Sokak sanki terkedilmiş bir kentin sokakları gibiydi. Evlerin üzerine çöken sis tabakası bütün renkleri de içine hapsetmiş, ortamı yoğun bir griliğe gark etmişti. Pembe boyalı olduğunu bildiği Esma Teyzenin evi bile griydi. Her zamanki duyduğu kuş sesleri bile grilikte kaybolmuş, evler, araçlar, caddeler, yolların ortasına çekilen beyaz şeritler, yol kenarlarına konulan mavi çöp kutuları, sokağın sonunda görünen turuncu yazılarla; ' Çocuk Parkı ' yazan tabela ve gözünün görebildiği her şey griydi.

Derin bir iç çekti. Bir haftadır bu griliğin içinde nefes almakta zorlanır gibiydi. Göğsü sıkışıyor, nefes darlığı çeken ihtiyarlar gibi çektiği nefesle birlikte ciğerleri hırıldayacakmış gibi eliyle boğazını kavrıyordu. Bir haftadır hiçbir şekilde haber alamadığı abisi ve yengesinin başına ne iş geldiğinin evhamı atan kalbini durduracakmış gibi hissettiriyordu. Gri havayı odasına almak, ona hesap sormak istercesine kapalı pencereyi açtı. Yüzüne değen tek şey tüylerini ürperten soğuk hava ve fırtına habercisi rüzgâr oldu. Perdeleri havalandırarak odaya dolan rüzgâr dağınık saçlarını da havalandırdı. Derin bir nefes daha çekti içine grilikten.

Boş gözlerle baktığı sokaktan bilincini çekip yapacağı işe odaklanmayı akıl edip pencereyi griliği odada bırakıp kapattı. Bir çırpıda elbise dolabına varıp kot pantolonunu ayağına geçirdi.
Üzerine kalın kırmızı - tüm griliğe inat- kazağını giydi. Kumral saçlarını gelişigüzel toplayıp son olarak yağmurluğunu giydi.

Cep telefonunu, içinde nakit beş yüz TL., kimlik ve kredi kartı olan cüzdanını yağmurluğunun iç cebine koydu. Çantasında her zaman güvenliği için taşıdığı biber gazını da alıp, herhangi bir tehlikede ulaşması kolay olsun diye dış cebine koydu ve kesik parmaklı siyah yün eldivenlerini de takıp odasına son kez bakıp koridora çıktı.

Yıllardır tek başına uyuyan annesinin odasının önünden geçerken, " Abimi de alıp geri geleceğim Zümra Sultan. " diye fısıldadı ve işini daha fazla zorlaştırmadan - duygusallığa bağlamadan - kedi adımları gibi sessizce adeta kaçar gibi evden çıktı.

Üç katlı binadan boş sokağa adım attığında yağmur bilmem kaçıncı kez yeniden yağmaya başlamış, gri koyulaşarak yerini kurşuniye bırakmıştı. Kendini ölü şehrin insanıymış gibi hissederken adımlarını hızlandırıp boş sokağı terketti.

Saatler süren yolculuğun ardından Kasabaya ulaşmak başlı başına bir başarıydı. Kasabaya dolmuş, otobüs, taksi, tren hatta at arabası bile gitmiyordu. Hiç kimse o deliliğin içine gitmeye gönüllü değildi. Haber kanallarında çıkan uzaylı dedikodusu milleti korkutmaya yetmişti. - Aslında uzaylı korkusu değil de giden hiç kimseden haber alınamayışı etkendi. - Sadece bunu dile getirmek insanların gururuna dokunuyordu.

Artık araç bulmaktan umudunu kesip tabana kuvvet deyip yola revan olduğunda denk gelen haber ekibinin aracı imdadına yetişti. Araç Onu görünce durup aldı ama yol boyunca duyduğu şeyler kalbini hoplatacak cinstendi.

İnsanların öylece kaybolması, ölü ya da diri kimseden bir iz olmaması, hiçbir cep telefonunun veya kablolu ağlardan sinyal gelmemesi gibi şeyler abisinin ve yengesinin hayatından endişelenmesine biraz daha yardımcı oldu.

Kayıp Ruhlar OrmanıWhere stories live. Discover now