Kayıp Zaman#3

2.2K 267 174
                                    

Taşlar üst üste düzenli bir şekilde dizilerek inşa edilen yapı dışarıdan gelecek her türlü tehlikeyi bertaraf edecek kadar sağlam görünüyordu. Her katmanın arasına sürülen ince çamur tabakası taşları birbirine kaynaştırmış, bir bütün haline getirmişti. Sıvasız taşlardan oluşan yapının tek odası vardı. Odanın bir köşesinde içinde yanan kor ateşli şömine, taş odaya ısısını vadediyordu. Ateşin kızıl dansını izleyen ikili derin bir sessizliğe gömülmüştü. İkiliden birisi konuşmaya niyetleniyor, ardından diline gelen söz öbeklerini yutarak sessizliği bölmeye kıyamıyordu. Aralarındaki sessizlik taş evin tahta kapısı açılıp, yüzünden heyecanı okunan adamın konuşmasıyla bölündü.

"Bozkurt efendim; Karahanlılar köye saldırmış, sayısız kurban varmış, insan ırkı dehşete düşmüş durumda ve bunu neyin yaptığını arıyorlar. "

Suskunluğunu bozup ayağa kalkan Bozkurt'un ağzından çıkan zehir sözleriyle taş duvarlar titredi.

"Uleyf, var git babana söyle! Savaş başladı ve ben klanım ile birlikte sizin tarafınızdayım. "

Uleyf hafifçe başını sallayarak Bozkurt'u onayladı. Başka bir karar beklemiyordu zaten, bu yüzden sürpriz olmamıştı. Karahanlılar bu topraklara geldiği günden beri huzur ve güven diye bir şey kalmamıştı. İlk geldiklerinde ne olduklarını ve nerden geldiklerini söylemeyen Karahi yaptığı insan avlarıyla kendini açığa çıkarmıştı.
Buraya gelmeden önce yaşadıkları yerde artık insan avlamaları zorlaşmıştı. O yörenin insanları onların birer kan emici olduğunu öğrenmiş ve onlardan korunmanın yollarını da bulmuşlardı. Orada onlara ekmek kalmayınca soluğu burada almışlardı ama burada da onları karşılayan kötü bir sürpriz vardı. Kurt insanlar; Karahi onların kurallarını kabul etmiş gibi görünerek sinsi bir şekilde kendi klanını büyütmüştü. Açlık değildi ona insanları avlatan. Evet, kanları tüm hayvanların kanından daha lezzetliydi ama asıl amacı klanını büyütmek, kurt insanları alt edip tek hükümran olmaktı. Bu zamana kadar ondan hamle bekleyen kurtlar bekledikleri hamleyi görmüşlerdi işte. Artık savaş zamanıydı.

Geldiği ovaları, dereleri, ormanları ve çorak toprakları aynı hızda geçti. Bu kez ne dereden su içti, ne de av peşinde koştu. Tek derdi bir an önce babasına gelip haberi vermekti. Ok yaydan çıkmış, kılıç kınından çekilmiş, Karahi son meydan okumasını yapmış ve Bozkurt savaş narasını atmıştı. Bundan sonra alınacak tüm kararlar kanla imzalanacaktı...






WW

Geniş ve düzlük alanda tek hakim renk griydi. Sararıp geçen otlar, biçilmiş ekin anızı, yazın dikey ışınlı güneşi ve bozkır. Ucu bucağı belirsiz, göz alabildiğince sarımtırak bozkır. Bozkırın ortasında toplanmış üç kabile. Gökkurtlar, Bozkurtlar, Karahanlılar. Diğer üç kurt klanı savaşa dahil olmamıştı. Gök ile Boz birlik olduklarını belirtmek için aynı tarafta saf tuttular. Karahi tahmin etmişti böyle olacağını. Klanının en önünde durmuştu. Arkasında uzanan Karahanlı bireyleri siyahlar içinde bozkırın ortasında parlıyordu.

Alacalı tüyleri bozkırın rüzgarında dans eden kurtlar, başları ileri, kulakları dik bekliyordu. Balaya ve Bozkurt en önde yerlerini almıştı. Karahi onlara doğru yürüdü. Onlar da Karahi'ye doğru. Nihayet karşı karşıya geldiklerinde Bozkurt konuştu.
"Kiminle düello edeceksin Karahi, benimle mi, Balaya'yla mı? "
Karahi meydan okuyan bakışlarını Bozkurt'a dikti. Sivri dişlerini ortaya çıkararak kararını söyledi.

"Seninle Bozkurt.

Gri ve siyah. İki çift göz, iki meydan okuyan bakış, iki nefret, iki düşman. Yaşamak için öldür kuralına tamamen uyan iki ruh. Biri gri, biri siyah. Biri Bozkurt, biri Karahi.
Bozkurt sivri tırnaklarını pençelerinin yuvasından çıkarırken hırlayarak keskin ve ürkütücü dişlerini sergiledi.

Karahi tıslamayı andıran hırlamasıyla sivri dişlerini ortaya çıkarırken bedenini gerginleştirip avının üzerine atlamaya hazırlanan panter gibiydi. Hafif esen rüzgar yüzlerini yalıyor, bozkırın sarı sıcağı bedenlerini yakıyordu. Tek ses yoktu koca ovada. Sinek vızıldasa katliam çıkacak gibiydi. Her iki taraf da hamleyi karşıdan beklerken ikisi de beklemekten sıkılıp aynı anda harekete geçmeye karar vermiş olmalı ki birbirine doğru koşan iki düşmanın bedenleri havada buluştu. Bozkurt attığı pençeyle Karahi'nin yüzüne derin bir çizik atarken Karahi bir anda elinde beliren kılıcıyla derin bir kesik açtı. Onlar birbirine kavuşup ilk darbeyi indirdiğinde iki ırkın üyeleri savaş naraları atarak bozkırın tozunu toprağına katarak hücuma geçtiler. İnanılmaz bir toz bulutu yükseliyordu ayakların bastığı yerlerden. Göz gözü görmüyordu. Herkesin tek amacı şu an savaştığı kişiyi alt etmekti.

Kuru otlar havaya savruluyor, rüzgârın ahengine kapılıp savaş meydanının üzerine yağıyordu. Sarımtırak tozların hakim olup görüntüyü engellediği bozkırda ilk kurban yere düştü. Sararmış kuru otları havaya kaldırarak büyük bir gürültüyle sırtı yerle buluşan kişi bir Karahanlıydı. Onu yere düşüren kurt yerde yatan kurbanının kırık boynunu tek hamlede bedeninden ayırdı. Kan akmıyordu, Uleyf'in ağzına bir damla kan bulaşmamıştı. Ölü bedeni geride bırakıp yeni bir düşman aradı kendine ve onu bulmakta fazla gecikmedi.

Karahi havada dönerek Bozkurt'un boynunu hedef alıp hamle yaptı. Sivri dişleri sıcak kanın hazzıyla kamaşmaya başlamıştı bile. Hesap etmediği şeyse Bozkurt'un kolay lokma olmadığıydı. Bozkurt son ana kadar bekledi. Tam Karahi dişini boynuna geçirecekken pençesini onun ağzına geçirdi. Tek tırnağı Karahi'nin yanağında bir yırtık açarak ağzının içinde yerini almıştı.
Pençesini geri çektiğinde Karahi acıyla kükredi. İki elini havaya kaldırıp yanağındaki yırtıktan görünen dişlerini sıktı. Ellerini sanki bir şeyi itekliyormuş gibi tuttu ve bir anda ellerini ileri doğru tüm gücüyle savurdu. Yaptığı bu eylem Bozkurt'u bulunduğu yerden otuz metre kadar uzağa savururken Bozkurt daha yere düşmeden ona doğru koştu. Sırtı yerle buluşmak üzereyken Karahi'nin keskin sivri dişini boynunda hissetti. Can havliyle pençelerini savursa da artık çok geçti. Karahi'nin dişleri tam isabet yapmış, şah damarını bulmuştu.

Karahi Bozkurt'un sıcak kanını midesine gönderirken yandan aldığı darbeyle savruldu. Bir anlık boşluğuna denk gelen saldırının sahibi şimdi üstüne oturmuş, başını ait olduğu bedenden ayırmak için çabalıyordu. Karahi ellerini Uleyf'in çenesine dayamış boynundan uzak tutmaya çalışıyordu.

Uleyf her ne kadar yenilgiyi kabul etmese de kurt klanı yenilmişti. Karahanlılar çok kalabalık ve gençti. Kurtlar çoktan kadimlerin yaşına yaklaşmıştı. Kaçınılmaz sondu bu Karahi'ye göre. Uleyf’ ten korunmaya çabalarken,
"Artık çok geç Uleyf, siz yenildiniz, kazanan biziz. " dedi.
Uleyf açık ağzını kapatarak sivri dişlerini saklarken Karahi'nin üzerinden kalktı. Karahi gözlerinde tuhaf pırıltılarla yerinden doğrulup,
"Hıh! Yola gel şöyle, "
derken Uleyf gözlerini kapattı. Rüzgarın sesini duydu, suyun, havanın, doğanın; dinledi tüm sesleri ve sonunda iki ayağının üzerinde doğrulup burnunu gökyüzüne dikip uludu.
Uluması kurt klanını sevince boğarken Karahanlılara dehşet çığlıkları attırdı. Uleyf, onları tek damla kan dökmeden alt edebilecek tek kişiydi. O doğanın hükümranıydı. Ama ne yazık ki bunu Bozkurt ölmeden önce öğrenmek kısmet olmamıştı. Yüreği mengene gibi sıkışırken doğa ana fısıldayıvermişti kulağına.

"Uleyf, tüm doğanın hükümranı sensin, senin çektiğin acı benim yeşillerimi solduruyor. Bir dilek dile Uleyf, öyle bir şey dile ki acıların dinsin. "

Uleyf biraz düşünmüş ve dileğini dilemişti.
"Karahanlıların ruhları senin tutsağın olsun, onları öyle bir hapset ki varlıklarından kimsenin haberi olmasın. Dünya durdukça lanetim üzerlerinde kol gezsin."

Kargaşa, haykırış, sarı bozkırda siyah bedenlerini terk eden yüzlerce kara ruh. Yerde yatan onlarca cansız kurdun üstüne düşen onlarca Karahanlı. Çıkan şiddetli rüzgar, rüzgarın toplayıp görünmez bir fanusun içine hapsettiği ruhlar. Yıkılan ağaçlar, Uleyf ve geriye kalan bir kaç kurt. Sanki hiç var olmamış gibi kül olup rüzgara karışan Karahanlıların bedeni ve  tüm bunların içinde mavi bir ışıkla gökyüzüne yükselerek kaybolan Bozkurt, acı çığlıklarını içinde tutan delicesine sevdalı Bilgin...










Kayıp Ruhlar OrmanıWhere stories live. Discover now