Ölümcül Anlaşma

733 146 241
                                    

Merhabalar; beş bin okunmaya ulaştığımızı burdan duyurmak istedim. Hepinize teşekkürler :) Siz hayaletler; size de teşekkür ederim. Yalnız şunu söylemeliyim ki altmış kişiden sadece on ila on beşi oy veriyor. Sadece üç beş kişi yorum yapıyor. Yorum yapmamanızı anlayabilirim ama oy vermemeyi anlayamıyorum. Üstelik oy vermek için internete bile gerek yokken. Unutmayın ki ben tecrübeli bir yazar değilim. Amatörüm ve yazabilmek için itici bir güce ihtiyacım olduğu anlar oluyor. Şu anda o anlardan birisi. Cidden parmağınızın ucunu yıldızın üstüne dokundurmak zor mu? Neyse; umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur zira biraz zorlamayla yazdım. Keyifli okumalar...
*******

Kahin

Kayram delirmiş bakışları ve çarpıklaşmış ayaklarıyla evine doğru koşarken Onları nasıl kurtaracağını düşünüyordu. Bilgin'in ormanın içinde ne yaptığıyla ilgili az çok fikri vardı ve bunu tam olarak öğrenebileceği tek kişi Yüce Kahin'di. Annelerinden aldıkları kahin kanı sayesinde Bilgin ve Kayram'da da kahinlik yeteneği vardı. Bu iki kardeş annelerinin ve tüm kahin soyluların bağlı olduğu Yüce Kahin'e saygı duyar, Onun sözünü emir addederlerdi.
Kayram koşarak evine ulaştığında elbette Balaya'nın Onu orada bekliyor olacağını sanmamıştı. Balaya Ona dehşete düşmüş gözlerle bakarken O, deli bakan gözlerini gözlerine dikmiş, çılgınca kahkahalarına: " Uleyf yok artık, orman Onu aldı. " deyip evine girmişti ve Yüce Kahin'in gizemli evini bulacağı haritanın çizili olduğu,  annesinden kalma defteri alıp yeniden evini terk etmişti. Evden çıktığında ise bunun evini son görüşü olduğunu bilmiyordu.

Sarp kayalardan, azgın sulardan, çöl kumlarından geçti. Gündüz tenini kavuran güneş, gece buza kestiren ayaz. Hiç birinin yoluna set vurmasına izin vermeden yürüdü, yürüdü, yürüdü...

Nihayetinde aradığı yeri bulduğunda buranın bir ev değil, altından ateş nehirleri akan bir mağara olduğunu gördü. Korkuyu iliklerinde hissetse de heyhat!  Başka çaresi yoktu. Sarp kayaların üstüne oyulmuş gibi duran mağaraya kambur sırtını dikleştirip, çarpık bacaklarını tırmanmaya hazırladı, başını yukarı kaldırdı ve, "Ya Allah! " deyip başladı tırmanmaya.
Mağaranın girişine geldiğinde tüm vücudunu bir titremedir aldı. İçerden yüzüne vuran sıcak hava yeterince boğucuyken bir de tepesinden vuran güneş yaktı kavurdu.
Korkunun ecele faydası olmadığını zihninden geçirerek mağaraya ilk adımı attığında ulvi bir ses mağarada yankılandı.
" Gel Kayram gel! Sevgili küçük torunum. "

Kayram sesin haşmetinden titrerken aynı zamanda içindeki şevkat barındıran sözcüklerle güven duydu. İlk adımına diğerleri eşlik ederek yürüdü. Girişten süzülen ışık karanlığa teslim olurken mağaranın derinliklerinden mavi bir ışık göz kırpıyordu.
Yürüdü, mavi ışık iyice belirgin olduğunda son aştığı kayanın arkasında gördü onu. Küçücük bir alanın orta yerinde mavi ateş yanıyor, yanan ateşin yanında saçı sakalı ak, eli bastonlu yaşlı bir adam oturuyordu.

Kayram yutkunarak eğiş bücüş vücudunu adama doğru sürükledi. Adamın tam önüne dizlerinin üstüne çöktü. Yaşlı Kahin elindeki bastonla karıştırdığı mavi ateşten gözünü ayırmadan, Kayram ağzını dahi açmamışken konuşmaya başladı. Sesi mağarada yankılanırken sanki konuşan adam değil de mağara gibiydi.

"Bilinmeyen bir zamanda gelecek olanda senin umudun.
Kurtaracak tüm kayıp ruhları dişi torunun.
Dinle sözlerimi gitme kardeşinin peşinden,
O lanetli bir melun.
Yok, dersen ki ille de kardeşim.
Çaresi kara iblis, içeceği kan ve irin. "

Kayram duyduklarını hazmetmeye çalışırken çatlayan dudaklarından zoraki bir soru döküldü.

"Kara iblisi nerede bulurum? "

Kayıp Ruhlar OrmanıWhere stories live. Discover now