İkinci Kısım/ Fırtına

2.5K 285 799
                                    

Ağaçlar; gözün görebileceği her noktada farklı türde ağaçlar. Uzun yolculuk esnasında susan dudaklar ve alnını cama yaslamış, aracın hızlı hareketinden kaynaklı su misali akıp giden ağaçları izleyen, gözleri uykuya yenik düşmeye başlayan kadın. Öylece, özensiz salıverdiği sarı saçları yolculuğun verdiği yorgunlukla solan yüzüne dökülmüştü. Gözleri bir açılıp bir kapanıyor, göz kapakları uyanık kalma çabasına rağmen kapanıyordu. Aracı süren sessiz adam uykudan eser olmayan gözlerini yola dikmiş, dikkatle varacağı durağa ulaşmaya çalışıyordu. Yan gözle yanında oturan kadına baktı. Yüzünde oluşan tebessüm kadının cama yapışan yüzünün verdiği görüntüdendi. Onu uyandırmak gibi bir niyeti olmadığı için sessizliğini korudu.
Yıllardır görmediği dedesinin yanına gitmek kalbine heyecanın ve sevincin tohumlarını serpiyordu. Beş yıl önce üniversiteye başlayacağı sene yanına gitmişti. Ormanın içinde küçük bir kulübede yaşıyordu dedesi. Hayri Bey, cana yakın, sempatik ve nerdeyse her anlattığı hikayeyi destansı bir dille anlatan neşeli bir ihtiyardı. Annesi, dedesine anlattığı hikayeler nedeniyle kızar, çocuklarını korkutacağını düşünürdü. Oysaki ne Gökkurt, ne de Efsun anlatılan masallardan korkmaz, aksine büyük heyecan ve mutlulukla dinlerlerdi. Hayri Bey her iki torununu da aynı büyük sevgiyle sever, onları her gördüğünde duygulanır ve mavi gözlerinden mutluluk damlacıkları düşürürdü. Dedesini hatırlamak Gökkurt'un yüzünde özlemle karışık sevincini anlatan bir gülümseme gelip yerleştirdiğinde yanındaki kadının sesiyle daldığı hayal aleminden uyandı.

"Yüzünü güldüren nedir koca adam? "
Uykudan uyanan mahmur gözler sevgi ve merakla bakıyordu. Gökkurt bir saniyeliğine gözünü yoldan alıp eşine çevirdi. Karamel rengini andıran göz bebekleriyle saliselik bakışıp mavi gözlerini yeniden yola çevirdi.

"Dedemi hatırladım ve eski geçirdiğimiz günleri. "
"Hmm, dedeni çok merak ediyorum. Nasıl birisi? Yanına vardığımızda ona nasıl davranmalıyım?”
Oldukça ciddi sormuştu soruyu kadın. Sarı kaşları havalanmış, yuvarlak gözleri büyümüştü. Gökkurt aklına gelen muzip fikirle olabildiğince ciddi durarak oyununun ilk adımını attı.

"Bu konuda gerçekten dikkatli olmalısın. Sinirli bir adamdır dedem ve yanlış olduğunu düşündüğü tek kelimen seni onun gözünde değersiz kılabilir."

Kadının neşelenmeye yüz tutmuş yüzü bir anda yerle yeksan oldu. Ne diyeceğini bilmeyen titrek bir nefes ve bir kaç kelime kırıntısı dudaklarından döküldü.

"Yani işim zor, öyle mi? "

Gökkurt kadınının tüm samimiyetiyle söylediği sözlerine ve neredeyse gözlerinden dökülecek olan yaşlara dayanamadı. Tek eliyle direksiyonu kavramaya devam ederken, diğer elini kadının boynuna atıp kendine çekti. Sarı saçların tepesine bir öpücük kondururken kendi başlattığı oyunu yine kendi bozdu.
"Yok öyle bir şey, korkma! Dedem dünyanın en iyi insanıdır ve seni seveceğinden eminim. Hem benim Aslı'mı sevmeyen ölsün. "
Aslı'nın düşen yüzünü güldürmeye yetmişti bu sözler.

"Bence ne dilediğine dikkat etmelisin. Zümra Annenin beni pek sevdiği söylenemez. Annenin ölmesini istemezsin değil mi? "

Tek kaşını havaya kaldırarak söylediği iğneleyici söz tam isabet atış niteliğindeydi. Gökkurt hayatına anlam katan iki kadın arasında köprü vazifesi yapsa da pek başarılı olduğu söylenemezdi. Aslı elinden gelen tüm nezaketi ve samimiyeti gösterse de Zümra Hanım'ın bunu görmeye niyeti yoktu. Gökkurt derin bir nefes alıp gözlerini yukarı dikti, göz kapaklarını kapatıp açtı.
"Sen annemi boş ver gülüm, öyle bir kadın o. Kolay kolay kimseyi sevmez. "
"Hııı Sema'yı da hiç sevmez mesela(!)"
Gökkurt meselenin yine aynı boyuta gelmemesi için konuyu usta bir manevrayla değiştirdi. Sema annesinin en münasip gördüğü gelin adayıydı. Efsun Aslı'yla konuşurken bunu ağzından kaçırmış ve olanlar olmuştu. Aslı seviyordu Gökkurt'u ve seven kadın kıskanırdı. Sema da az yelloz değildi hani. Her bulduğu boşlukta soluğu Zümra'nın yanında alıyordu. Hoş, o ne yaparsa yapsın Gökkurt’ un umurunda değildi.
"Aşkım dedemin yaptığı yemekleri bir görsen aklın şaşar, parmaklarını yersin. Hele de bir av etiyle yahni yapsın, ohh mis. "
Aslı elbette Gökkurt'un laf değiştirme çabasını anlamıştı ama onu bozmaya, baş başa geçirdikleri ilk uzun yolculuğu mahvetmeye niyeti yoktu.
"Yavaş canım yavaş! Ne biçim bir miden varsa artık hayaline bile davul çalıyor. Duyan da düğün var sanacak. "
Alayla karışık kahkahalarla birlikte söylediği kelimeler Gökkurt'u da kahkahalara boğdu.
"Yapma yahu, o kadar mı belli oluyor? "
"Tabii ne sandınız beyefendi. Size boşuna mı koca adam diyoruz? "

Aslı Gökkurt'un kolunun altında, Gökkurt'un gözü yolda gülüp eğlenerek devam etti yolculuk.
Sık ağaçlar seyrelerek devam ederken tek tük evlerde görünmeye başlamıştı. Gökkurt, "Kasabaya hoş geldin canım," dedi ve kolunun altındaki kadını biraz sıktı. Aslı bulunduğu konumdan memnun olsa da çevreyi tanıma merakıyla Gökkurt'un kolunun altından sıyrıldı. Tek tük başlayan evler sıra halinde devam etmeye başlarken yapıların otantik görüntüsü Aslı'yı mest etmişti. İki katlı, Osmanlı'dan kalma gibi duran cumbalı ahşap evler tarihi konuk etmişti kasabaya. Arnavut kaldırımı döşeli yol kenarları, dar sokaklar, evlerin önünde oynayan bir kaç çocuk, bir evin alt katına kurulan kasap dükkanı ve önünde mayışmış, ciğer bekleyen kediler. Büyük şehrin aksine yol kenarlarına park etmiş araçlar yoktu. Trafik yoktu, gürültü yoktu, seyyar satıcı yoktu.
"Bu kasabanın adı olsa olsa Huzur Kasabası'dır herhalde. "
Aslı hayranlıkla izlediği kasaba karşısında lâyık gördüğü ismi söylemişti. Gökkurt gülerek Aslı'yı şok edecek gerçeği söyledi.
"Fısıltı Ormanı, Kasabanın adı bu. "
Aslı'nın gözleri şaşkınlıkla büyürken bakışlarını Gökkurt'a dikti.
"Tuhaf ama gerçek. "
Gökkurt Aslı'nın şaşkınlığına karşılık ancak bunu söyleyebilmişti.
"Peki neden bu ismi vermişler? "
"Imm bilmiyorum ama kasabanın kendisi tuhaf zaten. "
"Bakalım ne kadar tuhafmış, " diyen Aslı eliyle Gökkurt'un yüzünü sıktı.
Aslı, eline konan öpücükle gülümserken Gökkurt kenarda duran bakkalı görünce aracı kenara çekti. Neden durduk der gibi bakan Aslı'ya,

"Dedeme bir şeyler alalım. Yaşlı adam, kim bilir en son ne zaman kasabaya indi? " dedi.
"Haklısın koca adamım, ben de geleyim. "

Araçtan inen çift bakkalın tek kanatlı ahşap kapısından içeri girdi. Aslı meraklı gözlerle bakkalın içini incelerken Gökkurt hemen girişte kurulu masada oturan adama yaklaşarak konuşmaya başladı.
"Selamın Aleyküm. "

Selam vererek başladığı konuşma hafif tombul adamın selamıyla devam etti.
"Ve Aleyküm Selam, " diyen adam selamı kabul ederken gelen kişiyi iyice tarttı. Yabancı gelmemişti günün bu saatinde yoldan gelen yabancı ama nerden tanıyordu ki? Neden sonra genç adamı tanıdı. Zihni baya kuvvetli olmalıydı ki yıllar sonra Gökkurt'u tanıyabilmişti.

"Sen Hayri'nin torunu değil misin? "

Gökkurt tanınmanın verdiği rahatlıkla ve adamı hatırlamasıyla cevap verdi.
"Evet Hikmet Amca, ben Gökkurt. "

"Ooo hangi rüzgâr attı seni buralara? Kaç yıldır gelip gittiğinizi görmedik. Artık yaşlandık evladım, daha sık gelin. Kendimden biliyorum, insan bekliyor sevdiklerini. "

"Haklısın Hikmet Amca, okuldu sınavdı, işti derken gelmek nasip olmadı işte. Dedeme bir kaç şey alacaktık, sahi yakınlarda gördün mü onu? "
"Yok, çoktandır inmedi buralara. Yol uzun, yaşlı adam tabii, benden baya büyük. Düşün ben elli beş oldum bu yıl. "
Hikmet'in çenesi iyice açılmış, sohbet edecek yeni bir insan bulmanın iştahıyla konuşurken Aslı küçük bakkalı tüm detayıyla keşfetmişti. Eline aldığı bir kaç eşyayı ikilinin yanına gelerek masaya bıraktı.
"Gökkurt, tam olarak neler alacağız? "
İkilinin sohbetini Aslı'nın sorusu bölerken Hikmet yeni bir konu bulmanın merakıyla Gökkurt'a dönerek,
"Hanım kızımız kim evladım? " dedi. Aslı kendi dururken bu soruyu Gökkurt'a soran adama bana sorsana der gibi cevabı yapıştırdı.
"Eşiyim efendim, eşi. "
Adam yine bildiğini okuyarak Aslı'yı yok sayıp Gökkurt'a bakarak konuştu.
"Ulaa demek büyüdün de evlendin bile, hey gidi ömür hey! Koşa koşa gidiyorsun he. "
Kendi kendine hayıflanmayı bırakıp Aslı'yı yeni görmüş gibi selam vermeyi akıl etti.
"Hoş geldin gelin kızım. "
Aslı biraz tavrına sinir olsa da  yaşlı adamın sevecenliği karşısında sert simasını yumuşattı.
"Hoş buldum efendim. "
Aslı yeter der gibi gözleriyle imdat çığlıkları atarak Gökkurt'a baktı. Gökkurt konuşmanın akşam yemeğiyle son bulacağını bilmenin verdiği bilinçle Hikmet'e bunun olmayacağını göstermek istedi.

"Hikmet Amca, sohbete doyum olmaz, biz gidelim, malum yolumuz uzun. "
"He tabii tabii, çıkın bir an evvel karanlığa kalmadan. "

Sanki bu kadar zamanlarını alan, onları lafa tutan o değilmiş gibi acele tavırla ne istediklerini sordu. Gökkurt saydı, Hikmet paketledi. Eşyaları araca yerleştirmeye yardım ettikten sonra vedalaşıp yeniden hareket eden aracın ardından baktı. Ne Hikmet, ne Gökkurt, ne de Aslı biliyordu bu son görüşmeleri olacağını...


Bir saat daha süren yolculuğun ardından ormanın içlerine doğru ilerleyen dar, tek yönlü taşlı yolda ilerlediler. Yol bittiğinde Aslı Gökkurt'a iki kaşını havaya kaldırarak baktı. Vahşi doğanın içindeydiler ve onun gördüğü kadarıyla burada ev falan yoktu.
Gökkurt bagajdan poşetleri çıkarırken Aslı'ya,
"Sen de valizi alabilir misin? Pek bir şey kalmadı, fazla yürümeyiz" dedi.
"Alırım tabii ki canım da burası ormanın göbeği, yaşlı adam burada nasıl yaşıyor ?"
"O asıl şehirde yapamaz, burası onun evi yıllardan beri, alışık o. "
"Öyle diyorsan."
Biraz yokuştu yol ama yürüyüşü bitirerek küçük kulübeye ulaştılar. Kerpiçten yapılmış, tek odalı evin bacasından göğe doğru ahenkle dumanlar yükseliyor, içerde pişen yemeğin kokusu daha evin kapısına gelmeden burunlarına doluyor ve aç midelerini guruldatıyordu.
Gökkurt heyecan ve özlemle kapıya yanaşıp kapının yıpranmış tahtalarına vurdu.
Tak, tak, tak.
Üçüncü çalışta kapı ani ve hızla açıldı. Saldırmaya hazırlanmış gibi duran adam karşısında gördüğü gülen gözlerle karşılaşmayı beklemiyordu. Yumuşayan yüzü ve gözlerinden dökülen sevgi sularıyla iki kolunu yanlara açtı.

"Gökkurt, evladım, biricik torunum hoş geldin. "
Açılan kollar özlediği bedenin de ona yönelmesiyle sarıldı. Birbirinin sırtlarına pat pat vuran eller bile özlemi anlatmaya yetecek cinsten değildi. Aslı bu görüntüyü mutlulukla izlerken duygulanmadan edemedi.

Gökkurt dedesinin kollarından ayrılıp Aslı'nın kolundan tutarak tanıttı.
"Bak dede sana kimi getirdim. Hani bir gün görür müyüm acaba dediğin gelinin. "
Yaşlı adamın tepkisini beklemeden Aslı eline uzanıp öptü.

"Nasılsınız dedeciğim? Ben Aslı. "

Hayri Bey karşılık olarak Aslı'ya sarılırken bir yandan da konuşuyordu.
"Hoş geldin kızım sefalar getirdin. "
Gökkurt'a yaptığı gibi onunda sırtını pat patladı ve kollarından ayırıp,
"Hadi içeri geçin, ne bekliyorsam ben, dışarıda bıraktım sizi. " dedi.

Gökkurt, geçen beş yılın yüzüne bir kaç kırışık daha eklediği dedesinin yüzünden gözünü ayırmadan açık kapıdan içeri yürüdü. Hayri Bey geri çekilerek ikiliye yol vermişti. Ellerindeki poşetleri şöminenin yanındaki tel dolabın önüne bıraktılar. Hayri Bey'in mutluluktan eli ayağına dolaşmış, sanki evde dağınık bir yer varmış gibi sağı solu düzenliyordu. Tek odalı evin içinde pek bir eşya yoktu zaten.
Şöminede ateş çıtır çıtır yanıyor, üzerindeki tencere fokurdayarak kaynıyordu. İçeri girince burunlarına dolan yemek kokusu açlıklarını yüzlerine vururken Hayri Bey,

"Sanki geleceğini bilmişim gibi yahni yapmıştım. Tandır ekmeği de var. İsterseniz bulgur pilavı da yaparım hııı ister misiniz? " dedi ışıl ışıl parlayan gözlerle, yan yana duran ikiliye bakarak.

"Yok dedem, yahni varsa yeter de artar bile. "

Gökkurt dedesinin heyecanını yatıştırmak için sevecen bir tonda konuşuyordu. Aslı ne diyeceğini pek bilemediğinden sessizce dede torunun konuşmalarına gülümsemekle yetiniyordu.
Hayri Bey, Aslı ve Gökkurt'un yardımıyla yer sofrasını hazırladı. Bakır tabaklara katılan yahni ve ortaya büyükçe bir kasede indirilen yoğurt. Tandır ekmeğinin muhteşem görüntüsü ve havanın kararmasıyla yakılan gaz lambası eşliğinde, kaşık seslerine sohbetin koyu tonları karışarak yemek yenildi. Aslı kokusu kadar lezzetli olan yemeği ilk ağzına aldığında gözlerini kapatıp, ' Immm ' demekten kendini alamadı. Ette hafif bir ekşimsi tat vardı ve bu yemeğe olağanüstü bir lezzet katmıştı. Ne eti olduğunu anlamaya çalışsa da daha önce tatmadığı bir lezzeti tanıması mümkün değildi. Gökkurt Aslı'nın merakını anlamış ve gidermişti.

"Tavşan eti, bu da güzel ama asıl karaca etiyle olacak ki o zaman bak gör sen. "

Aslı inanmaz gözlerle Gökkurt'a baktı.

"Ne yani bundan daha güzeli de mi var? Vay canına! Eline sağlık dedeciğim. "
Aslı iştahla yemeğe devam ederken Hayri Bey gülümseyerek,
"Afiyet olsun kızım, daha güzellerini de yaparım ben sana, " dedi. Sıcak samimi ortamda sevdikleriyle birlikte yenen yemeğin tadı bambaşkaydı. Sohbet gecenin koyu tonuyla birlikte koyulaşmış, vakit bir hayli ilerlemişti. Aslı'nın göz kapakları ağırlaşıp, dudakları esnemek için ayrılırken Hayri Bey yatma vaktinin geldiğini işaret ederek yere bir döşek daha serdi. Aslı, dedeyle aynı odada Gökkurt’ la birlikte yatacak olmanın sıkıntısını yaşarken Hayri Bey onların döşeği ile kendi döşeği arasına bir çarşaf asarak odayı ikiye böldü.
"Hadi Allah rahatlık versin gençler, "
diyerek kendi yatağına gidip yattı. Hepsinde çok değişik duygular barındıran gece uyku olarak gözlerine çöktü...
Sabah kuş cıvıltılarıyla gözlerini açtı Aslı. Gökkurt yanında yoktu. Yataktan doğrulup kollarını gererek açıldı. Hayatında uyuduğu en iyi uyku olabilirdi. Gürültü olarak sadece kuşların cıvıltıları ve rüzgarın bacadan dolmasıyla oluşan uğultu vardı. Yataktan kalkıp Hayri Bey'in çektiği perdeyi araladı. Yaşlı adam da yerinde yoktu. Nereye gittiklerini düşünecek durumda bile değildi. Çok sıkışmıştı. Acilen tuvalete gitmesi gerekiyordu ve tuvaletin nerede olduğunu bilmiyordu. Odayı gözleriyle tarayınca dış kapıdan başka kapı olmadığını görüp tuvaletin dışarda olduğunu anladı. Dış kapıyı acelece açıp evin etrafına bakındı ve onu gördü. Evin hemen yanında küçük bir kulübeyi andıran dikdörtgen yapı tuvaletten başka şey olamazdı. Hemen oraya yönelip işini bitirdi ve yüksek bir tabureye oturtulmuş musluklu bidondan elini yüzünü yıkadı.
Hayri Bey, tuvaletin dışına o bidonu yerleştirmiş, içeri ise ırbık koymuştu. İşini halledince yeniden eve girip üzerini değiştirdi. Saçlarını lastik tokayla topladı. Döşeği katlayıp Hayri Bey'in aldığı yere, sandığın üzerine bıraktı. Eve şöyle bir göz atıp ahşap kapıyı gıcırdatarak açtı. Uçsuz bucaksız orman denizi ve hafif esen meltem yüzünü okşarken, çevreyi keşfetmek adına vahşi doğaya ilk adımını attı...






Kayıp Ruhlar OrmanıWhere stories live. Discover now