LEYLÂ

1.4K 178 560
                                    

“ Yıllarca sessizlik hüküm sürdü kayıp zamanda. Kimse hatırlamadı Karahanlı soyunu. Yıllar yılları kovaladı, geçti ömrün baharı. Uleyf gözlerini kapattı, alfa postunu bıraktı. Yoktu kurtlar içinde doğurgan bir dişi, yoktu alfa olacak genç yiğit birisi. Çağırdılar tüm kurtları klana, Geldi hepsi bir bir anavatana. İçlerinden biri seçildi alfalığa. Gözü gök, adı gök.”

Yaşlı adam sıcak şöminenin başında oturmuş, üç saatten beridir ortalığı yıkıp geçen fırtınanın dinmesini bekliyordu. Arada sırada torunlarına söylediği bu efsaneyi ağzında döndürerek kendi kendine mırıldanıyordu. Gelini, ne vakit çocuklara bu efsaneyi anlatırken işitse kızar, onları korkutacağını iddia ederdi. Oysa bilirdi yaşlı adam genetiklerinde var olan farklılığı. Tabii bunu gelinine söylese seni yaşlı bunak deyip tımarhaneye tıktırması mümkündü. Aslında kuvvetle muhtemeldi.

Fırtınanın neden hala dinmediğini düşünürken ormanın, ağaçların, fırtınadan saklanmaya çalışan hayvanların seslerini duyuyordu. Duyduğu, ona anlatılan korkuyu fısıldayan kısa cümlelerdi. Ormanda bir terslik vardı. Belki bir yaratık, belki bir canavar ya da bir avcı. Evet evet, olsa olsa bir avcıdır. İyice saçmalamıştı işte. Hah! Ne yaratığı ne canavarı? "

'İyice bunadın be Hayri, ' kendi kendine söylenerek oturduğu sıcak ocak başından kalktı. Fazla üşüdüğü söylenemezdi ama ateşin huzur veren çıtırtısını severdi. Dışarda uğuldayan rüzgarın sesi bacadan içeri süzülüyordu. Her süzülen rüzgâr ipliği, ateşi oynaştırıp söndürmekle tehdit ediyordu. Hayri usulca açmaya çalıştığı dış kapının neredeyse yüzüne çarpacak kadar hızlı açılmasıyla ilk şaşkınlığını yaşadı. Fırtına çok kuvvetliydi. Hayvanlar ve doğa tedirgin. Onun görevi onları sakinleştirmekti. İki üç adım atıp dışarı çıktı. Rüzgâr tüm bedenini esir alacak kadar şiddetliydi. Ellerini ağzının iki tarafına korunak yaparak bir kurt gibi uludu. Bir kez daha ve bir kez daha. Az önce tedirgin ve ürkek seslerin hiçbiri duyulmuyordu. Sanki hepsi ağız birliğine varıp susmuştu. Evin dış kapısı sertçe pervaza çarpınca içeri girip kapıyı kapattı.
Tek odaydı oturduğu ev. Odanın bir köşesinde serili bir döşek, yastığın üzerine katlanmış battaniye. Şöminenin duvarında asılı tahta raf ve rafta dizili baharatlar.
Şöminenin hemen yanında yine bir tahta raf fakat bunda dizili olan iki küçük tencere ve birkaç tabak çanak. Şöminenin diğer yanında yiyeceklerini sakladığı tel dolap. Orta alanda ise yere serili bir kilim. Yaşam alanı bundan ibaretti işte. Raftaki tencerelerden birini alıp önüne koydu. Tel dolaptan çıkardığı küçük baş kuru soğanı ince ince elinde doğradı. Yine tel dolaptan çıkardığı yağdan bir miktar tencereye boşaltıp tencereyi ateşin üzerindeki demir ayakların üstüne oturttu. Hızlı ateşin etkisiyle cızırdamaya başlayan soğanların kokusu odayı doldururken yaşlı adamı hayrete düşürecek bir olay gerçekleşti. Kapı çalıyordu. Aslı ve Gökkurt daha bir kaç saat önce ayrılmıştı. Gecenin bu vakti, bu fırtınada kim gelirdi?


WW


Bir deli rüzgarın hükmüne girmiş gibi kadın. Sesler zihninde fısır fısır konuşmaya devam ederken bedenine dokunan sert rüzgar dalgaları sıtmaya tutulmuşçasına bedenini titretti. Buz kesmiş elleri, ayakları, hatta saçları. Gökyüzünden inen saf damlalar kirpiklerinden süzülürken bir deli rüzgar esti, kalbini üşütecek, zihnini darma duman edecek kadar.
Bir hayal geçiyor gözlerinin önünden, bir adam, bir bakış, bir gülen göz. Yüreği sızladı hafiften, kirpiklerinden damlayan saf damlalara tuzlu damlalar karıştı. Ellerine baktı, zifiri karanlığın içinde kan kırmızı parlayan ellerine. Bunca yağan yağmur yıkayamamıştı ellerini. Kan damlıyordu hâlâ, ellerinden yüreğine.
Aklı bir gelip bir gidiyordu. Fısıltılar susmuyor , burgu gibi beynini oyuyordu.
"Leylâ! "
İnce, kalın, narin, işveli; birbirine karışan ses renkleri ismini sesleniyorlardı.
"Sen artık bizdensin Leylâ! "
"Işığa gel Leylâ! "
Alay edermiş gibi kıkırdamalar doluyor kulaklarına. Elleri kulaklarına kapanıyor. Duymak istemiyor sesleri.
Doğa haykırışlarını rüzgara katmış ağaçları yerden yere vuruyor. Bir uğultu kopuyor feryat figan eden ağaçlardan. Bir kadın ormanın içinde tek başına dolaşıyor. Elleri buz, ayakları çıplak, saçları su, ellerinden kan damlıyor.

Bir Leylâ kendini kaybetmiş Yiğit' ini arıyor. Ellerinden Yiğit' in kanı damlıyor.
Fısıltılar sevinç çığlıklarını zihnine atarken daha fazla dayanamayıp dizlerinin üstüne çöktü. Bir şimşek karanlığın ortasına çaktı. Şavkı bir anlığına ormanı aydınlatırken hafif kızıl aydınlığın içinden beliren siyah adam ayakları yere basmadan kadının hemen arkasında durup kara elini omzuna yerleştirdi.

" Sabeyni kilm nihva ." ( Senin bedenin benim bedenim.)

Boğuk, hırıltılı sesi kadının zihninde kendi sesi gibi berrak duyuluyor. Kara ellerinden kızıl kıvılcımlar çıkıp kadının bedenini kızıla boğuyor. Karahi yavaşça yokluğa karışırken Leylâ ayağa kalkıyor.

" Bezmirli kilm nihva. "
( Benim bedenim senin bedenin .)
Çıplak ayaklarına batan çalılar, taşlar canını acıtmazken nereye gideceğini bilen birinin farkındalığı ile ormanın içlerinden tepeye doğru yürüyor. Uzakta, çok uzakta bir evin cılız ışığı onu oraya çağırıyor.

Karanlıkta hayaleti andıran beyaz siluet her adımında duyulan çıtırtılar eşliğinde geceye karışarak yürüyordu. Fırtına kırmızı görmüş boğa gibi azmış kuduruyordu. Ne esen rüzgar, ne de kovayla dökülüyormuş gibi yağan yağmur gözlerinin irisleri kaybolmuş kadına dokunuyordu. Saçları sırılsıklam olmuş sırtına yapışmıştı. Üzerindeki kıyafetler bedeniyle bir olmuş, varlığını unutmuştu. Ellerinin ucundan yere doğru akan yağmur suları yere her düşüşünde çıplak ayaklarına sıçrarken gökyüzünden dökülen suya karışıp bir oluyordu.
Birleşen damlalar tepeden aşağı oluk oluşturmuş ormanın ortasından aşağı doğru akıyordu. Geçtiği yollarda duran kırık dal parçalarını, kuru çam iğnelerini ve hatta küçük çakıl taşlarını da beraberinde sürüyerek balçığa dönüşüp son durağına varıyordu.

Küçük evin cılız ışığı zifiri karanlığa meydan okurken yürüyen çıplak ayaklar yavaş yavaş ona geliyordu. Ormanın içinde herhangi bir yere düşen yıldırım kadının umurunda bile değilken küçük ev sarsıldı. Evi ev yapan içindeki insan sarsıntıyla açılan kapıyı örterken kadının birkaç adımlık yolu kaldı. Az sonra varacağı evde bekleyen Gök Alfa ömrünün son durağına geldiğinden habersiz aç midesine gönderebileceği yemek hazırlamak derdindeydi.

Hayalet kadın attığı son adımla kapının önüne geldi. Başı yere eğik, aklı kaçık, ruhu kayıp, bedeni Karahi'ye teslim. Eli havalanıp kapıya vururken ne yaptığının farkında değil. O Leylâ, Leylâ olduğunu unutan kadın. Bedeninde Karahi hüküm sahibi. Kapıyı çalan el Karahi'nin.
Kapı aniden hızla açıldığında göründü Gök Alfa. Suratını yalayan sert rüzgar ona tehlikede olduğunu fısıldıyordu. Fırtınanın sağa sola yatırdığı ağaçları izledi. Yağan yağmurun sel bayır aşağı akıp gidişini. Yutkundu, evini bırakıp ondan kaçmaya çalışabilirdi. Ama içten içe biliyordu ki ondan kaçış yoktu. Ellerini yumruk yapıp kapıyı usulca kapattı. Arkasına dönmeden sessiz ve görünmez misafirine hoş geldin dedi.
Tanıyordu onu. O Karahi’ den başkası olamazdı. Demek sonunda laneti kıracak prensesini bulmuştu. Alfa o an anladı. Artık Kayıp Ruhlar Ormanı özgürdü.

"Orada olduğunu biliyorum. Neden burada olduğunu da. Benim bilmek istediğim seni cehenneminden kim çıkardı? "

Görünmeyen misafirin soğuk nefesi Hayri'nin yüzünü yaladı.
"Sen benim kim olduğumu biliyor musun Hayri? "
"Ben senin kurtuluşunum."
Kıkırdayarak konuşan görünmeyene kızarak bağırdı Hayri.
"Senin bu oyunların bana sökmez, ancak beni kendi ellerinle öldürürsün. "
Ateşin kızıl ışıkları Hayri'nin gölgesini duvara devasa bir gergedan gibi yansıtıyor, karşısında duran, Hayri'nin göremediği hayalet kadının ince uzun gölgesi Hayri'nin tam önünde duruyordu.

Sessizlik...
Aniden şöminede yanan ateş buz tutarak söndü. Alevlerin her uzantısı artık buzdandı. İçeri zifiri karanlığa ev sahipliği yapmaya başladı sönen ateşle birlikte. Dışarda bir şimşek çaktı. Hayri'nin aydınlanan gözlerinde görünmezin görüntüsü yansıdı.
Yüzü gözü kan içinde, göz irisleri renksiz hayalet kadın Leylâ yüzünü Hayri'ye yaklaştırmıştı.

"Memnuniyetle Hayri, "

Hayri mavi irislerinden zihnine yansıyan görüntüyle birlikte dönüşmek isteğiyle ellerinin yumruk şeklini bozup parmaklarını ayırdı. Gerilen parmaklarının ucundaki yenilmez tırnaklar uzamaya başladı. Çene kasları gerilirken sırtı kamburlaşıp öne doğru uzandı ve her şey durdu.
Hayri durdu.
Gök sustu.
Rüzgâr yıkmaktan vazgeçti.
Ateş yanmaktan,
Su akmaktan.
Hayri yaşamaktan.
Sırtı eski halini alırken çenesi yumuşadı, tırnaklar yerine çekildi. Mavi gözler rengini kaybederken Leylâ renksiz gözlerini iyice açıp mavilere kilitledi.
"Renfil divju nirmbaha. "
( Ruhun benim tutsağım.)
Leylâ, hayalet kadın; içindeki eşya boşaltılmış da yere düşmüş torba gibi yere yığıldı. Hayri donmuş gibi hareketsiz dururken Leyla'nın yere yığılmış bedeninden kapkara bir gölge ayrılarak ayağa kalktı. Hayri'nin burnunun ucuna kadar gelip gözlerini gözlerine dikti. Gittikçe beyazlayan mavi irislere bakan kara irisler kısılarak mavilere karıştı.
Biri mavi, biri kara.
İki göz, iki birbirini ilk kez gören bin asırlık düşman. Mavi hareketsiz, donuk, vazgeçmiş. Kara hırslı, öfkeli, deli, vahşi.
Kara eller mavinin omuzlarından tuttu.
Mavi hareketsiz.
Kara ağız mavinin boynuna gömüldü.
Mavi gözler fersiz.
Hayri vazgeçmiş,
Hayri donuk.
Hayri soluk.
Hayri ölü.
Hayri'nin cansız bedeni hemen Leyla'nın ruhsuz bedeninin yanına düştü. Karahi yerde yatan, artık işine yaramayacak olan Leylâ'ya baktı. Zamanın son alfası sıradan bir insancığın yanında uzanmış gibiydi. Karahi'nin burada işi bitmişti.
Buz tutup sönmüş ateş elinin bir hareketiyle yeniden yanmaya başladı. En iyi yaptığı şey değil miydi yakmak?
Evet en iyisiydi.
İki elini avuçları yukarı gelecek şekilde açtı. İleri doğru uzanan parmaklarının her hareketiyle birlikte ocakta yanan küçük ateş harlandı, büyüdü, devasa bir ejderha gibi kükredi. İlk önce ocağın önünde serili kilimi tutuşturdu. Daha sonra tavandaki tahta direkleri . Hızla küçük evin her yerini saran alev, iki ölü bedeni sardığında Karahi çoktan ormanına dönmüş, Prensesini beklemeye başlamıştı.
Gelecekti, mutlaka gelecekti.
Işığının büyüsüne kapılmıştı bir kere, mutlaka gelecekti.
"Semirhalv nir kisva fairhu. "
(Seni bekliyorum Prensesim.)











Kayıp Ruhlar OrmanıWhere stories live. Discover now