Ölü Orman

1.2K 166 602
                                    


Tek tük ağaçlar kaldırım boyunca uzanıyor, arnavut taşların arasında köklerini uzatmaya, büyümeye çalışıyordu. Egzoz dumanları yağan yağmurla karışıp gri bir sis tabakası oluşturmuş, kurşuni bulutların arasından bir boşluk bulup süzülen güneş ışınlarının gökkuşağı oluşturmasına izin vermiyordu.

Tek tük ağaçlara konan serçelerin ötüşü mutlu gibi gelmiyordu. Sabahın ilk saatleri olmasına rağmen insanlar yollara dökülmüş bir yerlere, işe, okula, ekmek almaya, alışverişe, belki bir paket sigara almaya yetişmeye çalışıyordu. Hayat durağan sanılan deviniminde son sürat tıpkı yolda akan trafik gibi ilerliyordu. Hep bir yerlere yetişiyordu insan evladı. Halbuki yetişeceği tek yer ebediyetti. Tüm yetişilecekler bittiğinde son durak 'Ev' di. Ebedi ev.

Trafik karmaşasından ve yoğun sisin içinden sıyrılıp evlerine ulaştıklarında Gökkurt hiç beklemeden üzerini değiştirip evden ayrıldı. Aslı içeri girer girmez Gökkurt'a "Ben duş alacağım , " demiş ve kendini ılık suyun rahatlığına bırakmıştı. Kapanan kapının sesini duyduğunda içinde oluşan nedensiz suçluluk duygusunu salıverdi. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ormanda gezerken en son hatırladığı beyaz bir ışık gördüğüydü. Sonrası koca bir hiçti.

Başından aşağı akan suya gözyaşları da karıştı. Duştan çıkmaya karar verdiğinde ağlamaktan tükenmişti. Bornozunu giyip mutfağa yöneldi. Buzdolabını açıp bir bardak su doldurdu. Suyu boğazından aşağı gönderdi. Bu iyi gelmişti. Bardağı mermer tezgaha bırakıp oturma odasına yöneldi. Hâlâ bornozla duruyordu ama giyinmeye üşeniyordu şimdilik. Kendini ikili kanepeye atıp sehpanın üzerinde duran kumandaya uzandı. Rastgele bir kanalı açtı. Gördüğünü ilk önce algılamakta zorluk çekti. Dili damağı az önce su içen kendi değilmiş gibi kurudu. Vücudundan aşağı soğuk terler boşanırken neler olduğunu algıladı.
Spiker, Fısıltı Ormanı Kasabası'nda çıkan orman yangınından ve ormanın içinde bulunan bir erkek cesedinden, ormanın kıyısında olan bir evde yaşayan kadının öldürülmüş olduğundan bahsediyordu ve bir ceset daha bulunmuştu. Yine ormana yakın yol kıyısında feci şekilde öldürülmüş bir erkek cesedinden bahsediyordu. Spiker haberi nasıl anlatacağını şaşırmış gibiydi. Bir kadının kaybolduğunu ve yangında yaşlı bir adamın ormanın içindeki evinde yanarak can verdiğini ekledi.

Yangının, çıkan büyük fırtınadan kaynaklı elektrik telinin kopmasından çıktığı düşünülürken öldürüldüğü şüphe götürmez bir gerçek olan üç kişinin faillerinin polis ekipleri ve cinayet bürosu amirliği tarafından titizlikle arandığını ekledi. Kayıp kadından ise haber yoktu.
Aslı kuruyan boğazını yumuşatmak için yutkunurken henüz çantasından çıkarmadığı telefonu çaldı. Vestiyere bıraktığı çantasına ulaşana kadar beş kere çalan telefon çantadan çıkana dek sekiz kere çalmıştı. Dokuzuncu çalışta telefonu açıp kulağına götürdüğünde ağlayan bir Gökkurt’ la karşılaşmayı beklemiyordu. Hıçkırıklarının arasında ,
"Aslı, dedem, dedem ölmüş, " diyebildi.


WW

Efkarlı bir iç çekiş. Damla damla gözlerden dökülen yaşlar. Direksiyona sımsıkı tutunan parmaklar. Sessizliğin en koyusunun sürdüğü tuhaf yolculuk. Ne Aslı ne de Gökkurt konuşacak takati kendinde bulamıyordu. Sık ağaçlar yanlarından akıp giderken Aslı daha dün kat ettikleri yolu bu gün hayranlıkla değil ölgün gözlerle izliyordu. Gökkurt ağlamaktan yorulmuş gözlerini yola dikmiş derin iç çekişler eşliğinde aracı sürüyordu. Nasıl ölmüştü dedesi? Daha dün birliktelerdi. Elleriyle yahni yapmıştı.
Su misali akıp giden yolun sonunun dedesizliğe ulaşmak olduğunu biliyordu.
Dedesi nihayet oğluna kavuşacaktı işte. Gökkurt 'un babası Tolgayhan yıllar önce geçirdiği yamaç paraşütü kazası sonucu hayatını kaybetmişti. Kayalara çarparak parçalanan bedenini kimse görmeden gömmüşlerdi.
O günü hatırladığında kuruyan göz pınarlarından bir damla yaş süzüldü. Aslı cama yasladığı başını Gökkurt'a çevirdiğinde gördü kirpiklere asılı kalan damlaları. Yüreğinde derin bir acı hissetti. Elini uzatıp tuzlu damlaları ait olduğu yerden aldı. Gökkurt kadınına bakıp yarı tebessüm etti. Aslı başını Gökkurt 'un omzuna yasladı. Sevmek bu değil miydi ? Yaralarını sarmak, acının simgesi tuzlu damlaları silmek, dillen olmasa bile kalben yanında olmak. Sözcüklerin bittiği yerde bir dokunuşla teselli etmek.

Yol nihayet kasabaya çıktığında ikisi de şaşkına döndü. Daha dün sessiz sakin olan kasaba ana baba gününe dönmüştü. Etraf yerel halktan hariç polis ekipleri, gazeteciler ve televizyoncular tarafından işgal edilmişti. Aslı elini uzatıp Gökkurt 'un elini tuttu. İkisi de neler olduğunu anlamak için yanıp tutuşurken ilk geldiklerinde girdikleri dükkanın kapalı kepenklerine takıldı gözleri. Gökkurt o tarafa doğru yürüdü elinde Aslı'yı da sürükleyerek.

Kepengin önüne geldiklerinde orada dizlerinin üstüne çökmüş, başındaki oyalı yazmasını boynunun altında bağlamış, üstünde örgü yelek, ayağında dallı güllü bir şalvar olan yaşlı bir nine ," Ne arıyorsun evladım? Hikmet'i arıyorsan o ölmüş," dedi titrek sesiyle. Neler olduğunu onun da anlamadığı aşikardı. Aslı boğazına bir yumrunun gelip oturduğunu hissetti.

Gökkurt yaşlı nineye cevap vermek yerine yanıp sönen sirenlerin, çekim yapmaya çalışan kameramanların olduğu yolun göbeğine ilerledi. Dili damağı kurumuş hayatı bir gecede kâbusa dönmüştü. Hikmet amca da yangında mı ölmüştü? Yangın nasıl çıkmıştı? Neden bu kadar kalabalıktı? Aklında deli sorularla üniformalı bir resmî polisin kolundan tutuverdi. Memur ne oluyor der gibi tuhaf bakışlarını Gökkurt'a yollarken tutulan kolunu çekip kurtardı.

"Ne istiyorsun? Görmüyor musun işimiz başımızdan aşkın," dedi Gökkurt'u tersleyerek. Aslı Gökkurt'un ters bir şey söylemesine mahal vermeden konuşmaya daldı.
" Dedem, dedesinin öldüğü haberini aldık. Bizimle kim ilgilenecek? Hani açıklama babında, neler olduğunu bize kim anlatacak? "
Polis memuru, " Dedenizin ismi nedir?" diyerek ilk sorusunu sordu.
"Hayri Gök ."

Gökkurt saatler sonra konuşmanın verdiği boğuk sesini kulaklara ulaştırdığında memur, "Gelin benimle," diyerek öne düşmüştü bile. Bindikleri ekip otosu sirenlerini çalmadan ormana doğru yola koyuldu. Memur aracı kullanırken bir iki açıklama yaptı.

"Sabah ihbarlar merkeze düştü. Ormanda bulunan iki erkek cesedi, çıkan yangın, evinde ölü bulunan orta yaşlı kadın, işin ilginç yanı o kadınla ormanda ölü bulunan Hikmet evli. Karı koca aynı gecede feci şekilde öldürülmüş.
Bir kadın kayıp, adı Leyla. Hiç duydunuz mu bilmem ama Leyla eskiden bu kasabada öğretmenlik yapıyormuş. Buraya arkadaşıyla yani sevgilisiyle gezmeye gelmiş ve sevgili ölürken Leyla çuff buhar olmuş. Garip şeyler oluyor gençler. "

" Dedem, peki o nasıl....? " ölmüş demeye ne yüreği ne de dili yetecek gibi değildi.

"O olay da bir tuhaf. Gece fırtına çıktı, öyle şimdiye dek görülen fırtınalar gibi değil. Sanırsın ki dev ağızlı yer yiyen bir canavar gökyüzünden yere inmiş de ne var ne yok yıkıyor. O derece yani. İşte fırtınada düşen yıldırım sizin dedenizin evinin yakınlarına düşmüş ve yangın çıkmış. Koca ormanın yarısı yandı. Dedenizin eviyle birlikte. Garip olan o kadar büyük yangının sabah fark edilmesi. Hiç kimse hiçbir şey görmemiş. "

Memur görevi susmak olduğu halde bildiği tüm ayrıntıyı anlatarak acısına acı katmıştı Gökkurt' un ama kafasında soru işareti azalmıştı. Sadece artık çözmesi gereken gizemli yangın vardı. Diğer ölümler de bayağı tuhaf ve gizemliydi. Memur aracı durdurduğunda üçü de araçtan indi.

Tüm orman yas tutan yaşlı nineler gibi siyaha bürünmüştü. Yeşil yaprakları kavrulmuş, dökülmüş, hazanı erkenden yaşayarak ölmüşlerdi. Cıvıl cıvıl öten kuşlardan ses yoktu. Evleri ölmüştü, niye ötsünlerdi ki. Rüzgâr kararmış, kanamış ağaçları avutmak ister gibi hafifçe esiyordu. Arada esen meltemin etkisiyle yere düşen kavruk yaprakların kurumları savruluyor, gökyüzünü griye dönüştürüyordu. Ormanın derinliklerinde, yanmayan kısımda öten baykuş yaşanan felaketi haber veriyordu. Doğa susmuştu, ölmüştü, yanında Hayri Dedeyi, Yiğit'i ve diğerlerini de alarak.

" Şimdi yas mı tutuyorsun ?"
"Efendim canım? " dedi Aslı, Gökkurt 'un kendisine seslendiğini düşünerek.
"Yok canısım, sana demedim."
"Gökkurt, ömrüm, üzülme desem neye yarar bilmiyorum? Tek bildiğim, tek söyleyebileceğim yanında olduğumu bil tamam mı? "

Gökkurt Aslı' nın buruk sesiyle söylediği cümlelerin içine akmasına izin verirken kollarını sevdiğine sardı. "Biliyorum canım, biliyorum. İyi ki varsın. "

Bir rüzgar eser, bir fırtına kopar. Bir kuş öter, bir dünya güler. Bir kadın ağlar, bin çiçek solar. Bir Gökkurt ağlar, bin Aslı ölür. Bir Aslı ağlar, bin Gökkurt ölür. İki sevgili sarılır, bir Karahi kahrından ölür.

"Tutsak ruhumun prensesi, yeniden hoş geldin."
Siyah adam onları izlerken , onlar ölü ormanın içlerine doğru ilerliyor, Hayri'nin son hayat tomurcuğunu rüzgara verdiği evin yolunu tutuyorlardı.
Ayaklarına bulanan siyah kül zerrecikleri her adımda onlara eşlik ederken yanarak kara bir cenazeye dönüşen eve geldiler. Hayri'nin cenazesi bulunamamıştı. Ondan geriye kalan biraz kül, biraz duman, birkaç parça kemikti.

Evin etrafında inceleme yapan olay yeri araştırma ekibi buldukları kemik parçalarını ceset torbasına özenle yerleştirirken Gökkurt elini yüreğinin üstüne koydu, dizlerinin üzerine çöktü, tuzlu damlalar yüzünü yıkarken elini yüreğinden çekip yüzünü avuçladı. Haykırışı, çığlığı, acısı yer yüzünü sarstı. Bir rüzgar dalgası gelip saçlarını okşadı, bir ruh yüreğine kondu. Bir el omzuna dokundu.

Yanına diz çöken kadının varlığını hissetti. Ellerini ıslanmış yüzünden çekip kollarını ona sardı.
Ne kadar kaldılar bu şekilde? Ne kadar zaman geçti ? Ne zaman olay yeri ekibi işlerini bitirip ceset torbasını sedyeye koyup, "Gidiyoruz," dediler?
Ne zaman Gökkurt Aslı'nın kollarından ayrılıp ekibin arkası sıra yürümeye başladı?
Ne zaman Aslı’ nın gözleri yanmış ormanın ötesinde bir yere takıldı?
Ne zaman zihninin kuytu köşelerine saklanmış kelime gün yüzüne çıktı?

"Avuaidum lestmir fairhu me "
( Buraya gel tutsak ruhumun prensesi !")

Gökyüzü karardı. Hafif esen rüzgâr bir şeye öfkelendi, kükredi. Birbirine kavuşan koyu bulutlar delicesine kavgaya tutuştu. Birbirlerine olan kızgınlıkları şimşek olup yeryüzüne düştü. Sinirinden ağlayan bulutun gözyaşları yağmur olup yeryüzüne indi. Ekipler adımlarını hızlandırdı. Gökkurt arkalarında hızlarına yetişmeye çalışırken bir şeyi fark etti.
Aslı yoktu.

Aslı gözlerinin takıldığı noktada yine aynı beyaz ışığı görüyordu. Orada, tam yanmış ormanın siyahlığından sıyrılıp yeşilin başladığı noktada beyaz, devasa küre gibi asılıydı.
"Kavremyemşi beaya sivilermeka"

Zihnine fısıldanan kelimeler o kadar tanıdık, o kadar bildik.
"Kavremyemşi beaya sivilermeka"
Ne demekti bu ?
Ruhuna dolan bir his, belki bir lütuf, belki bir lanet cümleyi anlaşılır kılıyordu.

" Buldun beni en sonunda !"
Kimi bulduğunu bile bilmezken dudakları aklına ihanet etti.
"Buldum seni en sonunda. "
Ayakları dudaklarıyla anlaşmaya varmış olacak ki ışığa doğru yürümeye başlamıştı bile.
Zihni boşalmış, mantığı yok olmuş, hisleri körelmişti. Tek bildiği onu bulmuştu.









Kayıp Ruhlar OrmanıOnde histórias criam vida. Descubra agora