DÖRT

1.2K 152 11
                                    

"Profesör, efendim, inanın iste-"

"Şhh!" Profesör beni durdurup odasında gezinmeye devam etti. Tavanı epey yüksekti. Ofisinin, odasının, kulelerden birinde olduğunu biliyordum ancak hiçbir zaman görme şansım olmamıştı. Ne yazık ki... şimdi bu şansı yakalıyordum.

Uzun tavanın duvarlarında gelincikler koşturuyordu. Yerçekimi onları etkilemiyordu. Sadece duvarlardan duvarlara koşturuyorlardı. Tavanın en üstündeyse altın harflerle Colton yazılıydı. Bu harfler öyle bir parlıyordu ki, hem gözümü almak istemiyor hem de kör olmak üzere olduğumu hissediyordum.

"Ah Bayan Lincoln, yıldız koleksiyonum ilginizi çekti sanırım."

Kafamı hemen düzelttim ve tavana bakmaktan ağrımaya başlayan ensemi ovuşturdum. "Üzgünüm," dedim yavaşça. "Efendim... yıldız koleksiyonunuz mu?"

"Evet! Her biri epey değerlidir. Hepsini oyutup, harfleri elde etmek o kadar zor iş ki... Her neyse. Size dönecek olursak..." Renk değiştirip duran gözleri bize dönünce aniden simsiyah oldular. Profesör Colton pek korkulacak biri değildi. Ancak onu kızdırdığınızda acımasız olduğunu herkes bilirdi. İksir dersinden geçeceğim yoktu bu gidişle.

"Efendim, yemin ederim kötü bir niyetim yoktu. Sadece beni Roma ile partner yapmanız her şeyi zorlaştırıyor. Onunla durmak imkansız!"

Profesör Colton'ın simsiyah görünen gözleri şimdi de yeşile dönmüştü. Meraklı ve... ilgili görünüyordu bu sefer. "Hmm... Bayan Lincoln, Roma Vergilius'un talihsiz bir kaderi olduğunun en az sizin kadar ben de farkındayım ancak... büyücülere ayrımcılık edecek biri olduğunuzu düşünmemiştim. Hep kibar ve onurlu bir Hufflepuff olarak derslerime katıldınız."

Şok olmuş bir halde profesöre bakmaya devam ettim. Demek istediğim Roma'nın geçmişi değildi! Demek istediğim onun kendisiydi! Babası ya da ailesi ya da neler olduğu umurumda değildi. Bana karşı bir pislik gibi davranıyordu ve benim bu şekilde bu dersi vermemin imkanı yoktu.

"Ama Profe-"

"Bayan Lincoln," Profesör masasına yaklaşıp epey yer kaplayan kalçasını dayadı. Başında kalan birkaç tel saçı, sanki suyun içindeymiş gibi hareket ediyordu. "Sizin ilginizi anlıyorum. Bay Vergilius'un da öyle."

İkimiz de dönüp Roma'ya baktık. Cama vuran yağmur damlalarını izlemekle meşguldü. "Ne kadar aksini gösterse de... Ancak bu bu ay içinde üçüncü sorununuz. Ceza vermekten başka bir şey elimden gelmeyecek."

"Efendim en azından Edmund ile-"

İşaret ve orta parmağını havada sallayıp yuvarlak yaptı. Ben daha ne olduğunu anlamadan Roma masaya çarpıp, geri sekerek sandalyelerden birine oturmuştu bile. Ani hareketlerle önüne gelen saçaları gözlerinden çekti. İfadesine bakılacak olursa çok da hoşuna gitmemiş gibi görünüyordu. Burada eğitim hayatım için endişeden ölmeseydim belki de kahkahalarla gülebilirdim hatta buna.

"İkinizin birbirinizden farklı olduğunuzu biliyorum. Beş senedir buradasınız ve sizi az çok tanıyorum. Hatta öyle ki Bay Vergilius'a şu an izin versem burada olmaktansa kendini kulenin penceresinden atmayı yeğeliceğini biliyorum. Fakat," ikimizi ortasına girip tüylü, pis kokulu, mor ceketinin içinden bir şişe çıkardı. Epey ufaktı doğrusu. Saydam bir yapısı vardı. "İkinizinden başarabileceğibaktığımınden emin olduğum bir şey var."

"Bu konuşmayı intihar etmeden bitirebilmek mi? Kendi adıma pek parlak bir tahminde bulunmazdım."

Roma'nın alaycı tavrına karşılık Profesör'ün sinirleneceğini düşünmüştüm ancak onu duymazdan geldi. Sanırım Roma Vergilius'un ölüm hakkında ciddiyeti-tam-olarak-kestirilemeyen-şakalarına da alışmıştı.

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinWhere stories live. Discover now