Y E D İ

1.1K 152 50
                                    

"Adının Roma ile bir alakası var mı?"

Roma karıştırdığı kitaptan gözlerini ayırmadı bile. Sadece bu ona sorulan sık ve aptalca sorular listesinde başı oynuyormuş gibi iç çekti. Fakat beni şaşırtarak söylenmek yerine sadece "hayır," dedi. "Senin isminin zillerle bir alakası var mı?"

"Bell'in kısaltılma olduğunu biliyorsun."

"Umurumda olduğundan değil ama senin yanındayken kibar olmak için ilgileniyormuş gibi yapıp aa neyin kısaltılması demem gerekiyor galiba."

Evet. Basit bir hayır ile bu işten kurtulamayacağımı biliyordum.

Fakat bu kaba davranışını da görmezden gelecek değildim. Kucağımın üstünde açık olan haritaya döndüm. Onu duymazdan ya da görmezden gelmeye devam etmeliydim belki de. Onunla arkadaş olmaya çalıştıkça kendisi işleri zorlaştırıyordu.

Sanki insanların kalbini kırmaktan zevk alıyordu. Sonra da onu günahkar kanını kullanmak için ikna etmeye çalışınca bana mı alınganlık ediyordu?

Ben bir şey söylemeyince kitabı kenara bıraktığını duydum. Bağdaş kurduğu bacaklarını açmadan kalçasını kaydırarak halı parkede biraz yanıma doğru geldi. "Hey, yalnızca şaka yapıyordum. Bazen... ne kadar kırılgan olduğunu unutabiliyorum. Slytherinler arkadaşlarıyla böyle alay ederler."

"Kırılgan değilim," dedim haritayı izlemeye devam ederken. Oysa gerçekten bakmıyordum bile. Tek hissettiğim Roma'nın garip bir şekilde sıcacık esen ama buz gibi titreyen bir his bırakan nefesiydi. Bunu yapmasından nefret etmeye başlamıştım. Düşünmemi epey engelliyordu çünkü. Pazar sabahının köründen beri burada oturmuş çalışıyorduk. Malzemelerin çoğunu Büyü Aktarı'ndan almamız gerekiyordu. Bunun için de hafta sonumuz vardı ancak Roma'nın uyuşuk ve tembel tavırları yüzünden listeyi hala tamamlayamamıştık.

"Tamam... alıngan diyelim."

"Alıngan da değilim. Sadece öfkeliyim. Hala işten kaçmaya çalışıyorsun. Seninle takım arkadaşı olduğumuz için biraz daha iyi tanımaya çalışıyorum ama sen sadece ukalalık kısmıyla ilgileniyorsun!"

"Tamam, üzgünüm, hey... Bu kadar canının sıkılacağını düşünmemiştim. Pisliğin teki olduğum için de üzgünüm. Bu sadece ister istemez bana yapışmış bir... savunma. Ne zaman biri içeriye girmeye çalışsa onu dışarıya atmaya çalışıyorum ki..."

Haritayı kenara bıraktım. Yüzüne baktım. Ben başımı kaldırınca da konuşmayı kesti. Bana biraz şaşkınlıkla bakınca da yüzümde bir şey var sandım karşıdaki ayna bir sorun olmadığını söylüyordu.

"Ne?"

Yutkundu. Sesi aramızda yankı yaparken yanaklarının ağırlaştığını hissettim. Zamanın yavaşladığını, nefeslerimin ağırlaştığını...

"Böylece... beni kıramasınlar."

"Kırılmaktan bu kadar çok mu korkuyorsun?"

Gözlerini kaçırdı. Genzini temizleyip tekrar kalçasını kaldırıp uzaklaştı benden. Kitabını bıraktığı yerden aldı ve havada onu bekleyen fosforlu kalemine parmağının ucuyla yol gösterdi.

"Annem İtalyan," dedi. "Ona çoğu zaman soğuk, ıslak ve ürkütücü Britanya yerine sıcak ve neşeli İtalya'yı hatırlattığımı söyler. Roma'yı."

"Hmm..."

Gülüp kalemi bana doğru yönlendirince kalem yumuşak bir şekilde saçlarıma çarpıp yere düştü. "Doğduğumda epey farklı bir bebekmişim."

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin