O N S E K İ Z

1K 167 32
                                    

Şöminenin başında oturup alevleri izlerken koridordan diğer öğrencilerin koşturma seslerini ve kahkahalarını duyuyordum. Noel tatiline çok yaklaşmıştık. Herkes heyecanlıydı. Ben de Londra'ya döneceğim için elbette.

Yine de Roma ile olanlar midemde korkunç bir ağrı yapmıştı. Dizlerimi karnıma çekmiş, ayakkabılarımı birbirine sürtüp ateşi süzmekten başka bir şey yapamıyordum.

Neden böyle davrandığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gerçekten de yalnızca beni incitmesinin eğlenceli olacağını düşünerek mi yapmıştı bunu?

Nasıl bu kadar boş bir kötülük için acımasız olabilirdi ki?

Kapı aniden açılınca soğuk rüzgar sırtıma çarptı. Ateş de dalganırken dönüp gelene kapıyı kapamasını söyleyecekken Edmund'ın bal rengi gözleriyle karşılaştım.

Nefes nefeseydi. Üstünde gri, kalın bir kazak vardı. Lacivert renkli kotu ve spor ayakkabılarıyla çoktan tatil moduna girmiş gibiydi.

Onu uzun zamandır görmüyordum. Balodan beri konuştuğumuz pek söylenemezdi. Kapıyı kapatıp yanıma geldi. Fakat ayakta dikiliyordu. "Her yerde Sunnifa ile seni arıyorduk." Kendi kendine sırıttı. "Seni burada bulacağımı biliyordum."

Gözlerimi onun üstünden çekip tekrar ateşe çevirdim. Benim için bakınması bana kendimi kötü hissettirmişti. Aramızın pek iyi olmamasına rağmen beni merak edip, Sunnifa'yla birlikte beni araması vicdan azabı çekmeme neden olmuştu. Edmund'la daha önce bu kadar süre aramızın böyle kötü kaldığını hatırlamıyordum.

Yavaşça yanıma oturdu. Parlak beyaz teninin üstündeki çiller ateş suratına çarptıkça daha da belirginleşiyordu. Derince bir nefes aldı. "Sunnifa olanları anlattı."

Gözlerimi ondan kaçırdım. Şu an ihtiyacım olan son şey "ben sana söylemiştim" vaazıydı. Kesik bir nefes aldım. Dün odama gittiğimde Sunnifa'ya yorgun olduğumu söyleyip yatağıma kapatmıştım kendimi.

Fakat elbette bunu yutmamıştı. Beni rahat bırakmasını, uyumak istediğimi, başımın ağrıdığını söylememe rağmen beni dinlememişti. Başımda zıplayıp anlatmam için sarsmıştı. Bu yüzden de Roma'nın kısaca pisliğin teki olduğunu söylemiştim.

"Durma," dedim. "Ben söylemiştim, de."

"Bell... Elbette buraya bunun için gelmedim. Senin için endişelendim."

Tekrar ona baktım. En başında haklıydı. Roma konusunda başından beri haklıydı ve ben onunla sırf bir aptal olduğum için tartışmıştım. Onu savunmuştum. Nasıl bu kadar kör olabilmiştim? Edmund ise hala yanımdaydı.

"Ed... üzgünüm."

Sesim titreyince buruk bir gülümseme ile bana baktı. Sanki dayanamıyormuş, kendine kızıyormuş gibi başımı nazikçe avucunun içiyle kavradı ve omzuna doğru bastırdı. "Biliyorum. Özür dilerim. O gece... sana biraz boktan davrandım. Değiştiğini biliyorum. Yalnızca değiştiğini görmek beni korkutuyor."

"Neden?"

Cevap vermedi. Yalnızca kafamı omzundan kaydırıp göğsüne yasladığımda diğer elini de boynuma koydu. Sırtımı sıvazlarken derin derin nefes aldım. Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Annemden uzaktaydım. Edmund'tan da bir süredir uzaktaydım. Ki hayatımda bana şefkati en çekinmeden gösteren iki kişiydi bunlar.

Şimdi bir anda Edmund'ın kollarında kendimi güvende, huzurlu ve sıcak hissederken kendimi tutmak çok çok zor oluyordu.

Göğsüne elimi koyup destek alarak doğruldum. "Bana karşı dürüst olmanı istiyorum," dedim.

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz