O N A L T I

1K 160 32
                                    

"Gerçekten hiçbir şey olmamışçasına beni görmezden gelmen yetmezmiş gibi, bir de Vergilius'la mı flört ediyorsun?"

Dik dik Edmund'ı süzdüm. Ona olan kızgınlığım yalnızca artıyordu. "Ne yaptığım seni gram ilgilendirmez."

Histerik bir kahkaha attı. Öyle gergin ve gürdü ki koridordan geçen birkaç öğrenci bize baktı. "Bal gibi de ilgilendirir. Bunca yıllık arkadaşını sırf bir kötü çocuk sevdasına kapıldın diye mi sileceksin?"

"Senin neyin var? Roma'yla aramda bir şey yok. Olsa bile bu seni ilgilendirmez. Benim kişisel hayatım. Seni, Sunnifa'yı ya da bir başkasını. Beni de öyle istediğin gibi bir yerlere çekiştirip alamazsın."

Kuzguni siyahı saçlarını karıştırdı. Gömleğinin birkaç düğmesini açmış, altın ve kırmızı renkleriyle bürülü kravatını gevşetmişti. Edmund'ı bu halde sınav haftaları dışında görmek epey güçtü ama şu anda da dağılmış halde gibiydi. Antrenmanları onu zorluyor olmalıydı.

"Yani onunla flört ediyorsun?"

"Bunun ne önemi var? Seninle olan sorun nasıl Roma'yla alakalı olabilir?"

"Çünkü aklını karıştırıyor!"

"Kendi fikirlerime sahip çıkabilecek kadar olgunum sanırım, Edmund."

Edmund'ın bal rengi gözleri, soluk pembe dudakları ve burun kemerinin üstünde serpiştirilmiş çilleri ona hep hınzır ve dinamik bir görüntü vermişti. Enerjisi yüksek ve genelde pozitifti.

Ancak bu sefer... yorgundu.

"Seni neden bu çocuk ortaya çıktığından beri kaybediyormuşum gibi hissediyorum?"

"Çünkü paranoyasın. Roma seni geriyor. Ondan hoşlanmıyorsun. Ama neden? Bu çocuktan neden bu kadar çok nefret ediyorsun? Sırf suçunu bile bilmediğin biri Azkaban'da diye oğlundan nefret edemezsin."

Edmund burnunun kemerini sıkıp sinirle solumaya başladı. Birkaç kız koridordan geçerken iç çekerek "selam Edmunnnnd" diyerek son hecelerini tizce uzatırken yalnızca kibarca başını sallamakla yetindi.

"Ondan gerçekten hoşlanıyorsun. Değil mi?"

"Hayır!"

Bana bakmaya devam etti. İnanmıyor gibiydi. Sessizlik içindeki bakışlarını sürdürdü. Ben de başka tarafa baktım. Bilmiyordum! Henüz Roma'ya karşı ne hissettiğimi ben bile anlayamamışken herkes bir anda üstüme gelmeye başlamıştı. Panikliyordum.

"Yalan söylüyorsun," dedi sakin bir şekilde. Sesinden neredeyse hayal kırıklığına uğradığını düşünecektim. "Gerçekten Roma için mi tüm bu-"

"Edmund neden anlamak istemiyorsun? Sana kızgınım, çünkü beni kırdın. Bunun Roma'yla alakası yok."

Sessiz kaldı. Başını yağan kara çevirirken ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu sanırım. Sütunlardan birine yaslandı. Başını da duvara dayayıp bana inik göz kapaklarının arasından baktı.

Dayanamayarak gömleğinin ucunu tuttum. "Edmund... seninle bu halde olmak istemiyorum. Ama özür dilemen gerekirken olayı boş yere daha da büyütüyorsun."

Yaslandığı yerde doğrulup elini omzuma koydu. Bir anda yanağıma dokununca irkildim ama parmaklarını boynuma sarınca ister istemez dokunuşunun tanıdık sıcaklığı beni sakinleştirdi.

"Haklısın. Özür dilerim. Harika görünürken sana aksini söylememem gerekiyordu. Sonra da seni orada terk edip gitmemem. Üzgünüm."

Rahatlayarak sonunda gülümsedim. Edmund'ın gururunu çiğnemesi epey zor işti. O yüzden şu an kendini ne kadar zorlayarak özür dilediğini görebiliyordum.

"Evet. Çok daha iyi," dediğimde hınzır hınzır güldü.

"Ama lütfen Roma'ya güvenme."

Gözlerimi devirip elini ittirdim. Konuyu sürekli Roma'ya getirmesinden sıkılmaya başlamıştım. Hatta öyle ki sırf Roma'dan uzak durmam için özür dilemeyi kabul ettiğini düşünecektim.

"Edmund..."

"Ne?"

Gözlerimi devirdim. Bu işten kurtulmamın yolu yok gibiydi. "Gitmem gerekiyor. Sonra görüşürüz."

***

Sunnifa ile odamızda otururken Roma'yı düşünmeden edemiyordum. Dersten sonra bir daha hiç görmemiştim onu. Edmund ile konuşmamdan döndüğümde bile ortalıkta yoktu. Onu görmekten hem kaçmak istiyordum hem de deli gibi görmek istiyordum.

Gerçi içten içe neredeyse onun benden kaçtığına dair bir his vardı içimde.

Düşünmekten pek uyuyabilmek de mümkün olmamıştı. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Ne ters gitmişti? Pişman mı olmuştu yakınlaşmamızdan?

Çenemi kapatmam, düşüncelere bir son vermem gerekiyordu. Ama imkanı yoktu. Günün ışıkları camdan içeri girmeye başladığında bile. Küfürler savurarak yataktan yuvarlanarak çıktım. Kabarmış tarçın kahve rengindeki saçlarımı düzenleyebilmesini umarak taradım fakat her zamanki gibi daha kötü bir sonuç elde etmeme neden olmuştu. Gözlerimi devirip gevşekçe topladım. Aynada kahverengi gözlerim kendilerine bakarlarken karnımın kasıldığını hissettim.

Gerçekten benimle ilgilenmesi mümkün olabilir miydi?

Aynada baktığımda kendime dair çekici pek bir şey görmüyordum. Çocuksu yüz şeklime zıt olarak fazla yuvarlak hatlarım vardı. Sıradan bir kızdan başka bir şey değildim. Gözlerimi devirdim. Sunnifa'nın aynanın önüne bıraktığı rimeli aldım. Kirpiklerimi tararken biraz uzaklaşıp tekrar baktım kendime.

Boşuna uğraşma.

"Geç kalacağız."

Sunnifa'nın sesi gelince hızlıca çıkmak zorunda kaldık. Karanlık Sanatlar'dan nefret ediyordum. Daha doğrusu Karanlık Sanatlar'a Karşı Savunma kulağa mantıklı ve güven verici geliyordu. Fakat pek de öyle hissettirdiği söylenemezdi. En azından Profesör Raven, Colton'a nazaran daha sakin biriydi. Öğrencileri zorlamaya bayılsa bilse genellikle bize karşı anlayışlı olurdu.

"Noel tatiline günler kala Profesör Raven'ın söylenmelerime katlanamayacağım. O yüzden acele et."

Koridorda Sunnifa'ya yetişmeye çalışırken derslere gitmenin eziyete dönüştüğünü fark ediyordum. Edmund ile aynı odada olmak bile beni zorlarken Roma'nın da orada olacağını bilmek... Tanrım, Roma'yı düşünmek bile beni zorluyordu. Boğazım öyle bir kuruyordu ki yutkunmak dahi imkansız bir hale geliyordu.

Sınıflığa girdiğimizde Profesör etrafta değildi. Edmund ile göz göze geldiğimizde ne yapacağımı bilemedim. İkimiz de ne yapmamız gerektiğine karar veremeden öylecek birbirimize baktık. Sonunda Edmund'ı Emma Luthart dürttü. Ona gülümseyerek ve koyu kestane parlak saçlarıyla oynarak bir şeyler sordu. Edmund kafasını çevirmek zorunda kaldığında da ben de önüme döndüm. Kapıyla öğrencilerin durduğu uzun alanda yürüdük.

Roma'nın burada olduğundan emindim. Belki de gözlerinin üstümde olduğundan da. Fakat başımı kaldırıp bakacak cesaretim yoktu. Eğer gözlerini kaçırır ve dünkü gibi beni görmezden gelmeye devam ederse ne yapacağımı bilmiyordum.

Ve bile bile kendimi kırmak istemiyordum. Acı gerçekle karşılaşmaya hazır değildim.

"Günaydın!" Profesör Raven'ın gür sesi aniden odayı doldurdu. Siyah çizmelerinin derisi, karanlık ahşap kokulu odada parlıyordu. Uzun, şarap rengi saçları örgülüydü. Simsiyah gömleği geniş omuzlarının üstünde oturmuştu. "Umarım herkes ruhlarına işkence etmeye hazırdır."

Tahmin edemeyeceği kadar hazırdım.

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinWhere stories live. Discover now