O N Y E D İ

1K 169 52
                                    

Ders bittiğinde Sunnifa, Luke ile ana holde buluşacağını söyledi. Anlaşılan balodaki zamanları düşündüğümden de iyi geçmişti. Onu onaylarken Roma'nın toparlanmakta olduğunu gördüm. Çantasını omzuna asıp kitaplarını masadan alıyordu.

Hızlı düşünmem gerekiyordu. Onunla konuşmalı mıydım, yoksa onun yaptığı gibi hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıydım? Benden kaçmasının nedeni benim yaptığım bir hata olabilir miydi? Yalnızca neden böyle davrandığını anlamak istiyordum. Beraber dans etmiştik. Birkaç dakika için bile olsa... en azından fena olmadığını düşündüğünü sanıyordum.

Geriye bir adım attım. Belki de sadece ana kaptırmıştı kendini. Fazla bir şey beklemem gerekirdi. Sonuçta beni pek tanımıyordu. Üstelik kendi ağzıyla ona güvenmemem gerektiğini söylemişti. Neden benden kaçan birini kovalayacaktım ki?

Çantamı yavaşça toplamaya başladım. Kitapları kumaştan çantamın içine tıkıştırırken akşam yemeğini düşünerek biraz motive olmaya çalıştım. Normalde ne yapacağımı bilemediğimde bana tavsiye veren ve eğlendiren kişi Edmund oluyordu fakat şimdi ona gidemezdim. Ona hala kızgındım. Deli gibi hem de.

Sunnifa ise Luke konusunda öyle mutlu ve heyecanlıydı ki onu elbette kendi boş ve yine benim abarttığımı düşündüğüm dertlerimle sıkamazdım. Güzel yüzündeki ifadeyi silip atacak son insan ben olmalıydım.

En iyi iki arkadaşım da etrafta yokken beni motive ve mutlu edecek tek şey kalıyordu etrafta. Yemek. Yemek vaktine kadar Colton'ın ödevini tek başıma düşünerek ve araştırarak akşam yemeğini bekleyebilirdim. Çünkü Roma çoktan pes etmiş görünüyordu.

Pes etmiş görünüyordu.

Tamamen.

Önümden geçerken bile ben yokmuşum gibi davrandı. Asla konuşmamışız gibiydi. Sanki daha önce hiç iletişime geçmemiştik. Kafasını ortadan ikiye ayırmak isteyeceğim büyüleri söyleme isteğinde boğuluyordum şu anda. Beni öfkelendirmek kolay değildi. Ya da kolaydı. Fakat onu göstermem çok zordu. Çoğu zaman kaçardım gerginlik verici durumlardan. Ama Roma? O hislerimi ve davranışlarımı kontrol etmeme izin vermiyordu. O... Tanrım.

"Hey," arkasından koşup pelerinini tuttum. "Hey."

Şaşkınca arkasını döndü. Beni görünce soğuk ifadesi biraz kırıldı. Şaşırmış görünüyordu. Yavaşça çantasının kayışını kavradı. "Hey," diye mırıldandı. Yeşil gözleri her zamanki gibi bir yılan derisi gibi parlamıyordu. Daha durgunlardı. Daha şeffaf ve yumuşaklardı. Küllü kahve saçları garip bir şekilde havada duruyordu. Bu çocuğun yataktan çıktıktan sonra aynaya bakmak bir kenara, eliyle yüzünü yokladığından beri emin değildim.

Ve şimdi ona ne diyecektim? Fevri davranmıştım. Tam olarak bundan bahsediyordum işte. Bana şaşkın şaşkın bakıp bir cevap bekliyordu.

"Neden böyle davranıyorsun?"

Gözlerini kısıp o hep tanıdık, ona özel olan sarkastik sırıtmasıyla başını hafifçe öne salladı. "Aa... nasıl?"

"Beni görmezden geliyorsun."

Gülümsemesi daha da yayıldı. Ama o sıcak, hakim olamadan oluşan gülümsemesinden değildi. Zoraki, sırf ezici bakışlarını güçlendirmek için yaptığı buz gibi olandandı. Ve bana bunu yapabilmesinden nefret ediyordum. Onu kazandığımı düşünmüştüm. Şimdi nasıl bir anda her şeyi en başa sarabiliyordu?

"Hayır?"

"Evet! Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun."

Boş boş yüzüme baktı. Bense gözlerimle ona yalvarıyordum. Böyle davranmaması için, ne olduğunu anlayabilmek için. Bu kadar acımasız, bana karşı bu kadar gaddar olmasına dayanamadığımı anlamasını istiyordum.

Gülümsemesi de silindi. Tamamen boş boş bakıyordu şimdi suratıma. "Ne oldu ki?"

Kaşlarımı çattım. Bilerek yapıyordu. Neden bahsettiğimi biliyordu. Buna rağmen sırf beni üzmek, sinirlendirmek için böyle davranıyordu. Ve doğrusunu söylemek gerekirse başarıyordu da. Sırf eğlenmek için yapıyordu belki de. Yumruklarımı sıktım.

"Sırf dans gecesinde pişmanlık yaşadın diye böyle davranı-"

"Hayır," dedi başını iki yana sallayıp. "Yaşamadım. Sadece bu kadar büyütmeni anlamıyorum. Basit bir danstı, değil mi? Ödevi de yapamadık. Ne bekliyordun? Sonsuza kadar dost olacağımızı mı?" Küçük bir kahkaha atıp ağzını kapadı. "Ah, Bell... Seni saf Hufflepuff... Seninle benim aramda ortak hiçbir şey olamaz. Tamam mı? Ne kadar zıttız görmüyor musun?"

Boğazımda düğümler dizilmeye başladı. Beynimse biri bilardo toplarının kurulduğu diziye vurmuş gibi her yere dağılmıştı. Anlamıyordum. Bu kadar kötü olabileceğini tahmin edememiştim. Düşünememiştim bile.

"Neden bunları söylüyorsun?"

Başını eğdi. Omuz silkti. Gözlerime bakmaktan kaçındığını hissediyordum. Yalan söylediği umuduna tutunmak istiyordum. Gerçekten bu kadar aptal olmadığımı bilmeye ihtiyacım vardı.

"Benden bir şey beklemen aptallık olur, Lincoln."

"Ama arkadaş olduğumuzu söylemiştin."

Hafifçe güldü. "Aynı zamanda da bir Slytherin'e güvenmemen gerektiğini de öyle."

Ne diyeceğimi bilemedim. Ya da ne yapacağımı. Bir yandan kendime kızdım. Bu kadar kısa süre içinde, bu kadar basit hareketlerle ona fazla anlam yüklemiş olmama kızdım. Herkes ona güvenmemem gerektiğini söylerken inatla ona güvenmeme de öyle.

Beni bu kadar kolay kırabileceğini düşünmemiştim. Bu kadar güçsüz olduğumu da. Güçsüz değildim. Sadece ona karşı böyle olduğuma inanamıyordum. Ve tam olarak bir Slytherin'in düşündüğü gibi bir Hufflepuff olmaktan nefret etmiştim. Ben bu değildim. Onun düşündüğü kız değildim.

O halde neden ağlama isteğimi zor tutuyordum? Basit, sıradan ve günlük olaylar için neden kendimi bu kadar kaptırmıştım. Heveslenmiş, hayallere dalmış ve gerçekle karşılaşınca da bu kadar darmadağın olmuştum.

"O halde neden öyle davrandın?"

Omuz silkti yine. Bir şey söylemeyeceğini düşündüğüm anda "Üzgünüm," dedi.

Bir şey söylemek istesem de ağzımı kapalı tuttum. Zaten ne diyecektim. Refleksle, önemli olmadığını söylerdim herhalde. Fakat eğer ağzımı açarsam sesim titreyecekti, kendimi kaybedecektim. Önünde hüngür hüngür ağlayıp, duygularımı incittiğini ona gösteren kız olmak istemiyordum.

Ben bir şey söylemediğimde başını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde ifadesinin kırılır gibi olduğunu gördüm. Sanki... küçücük bir pişmanlık, küçücük bir hüzün. Fakat o kadar hızlı kayboldu ki bunu hayal dünyamın bile uyduracağından şüphelenmiştim.

Bana çok kısa bir süre baktıktan sonra tekrar arkasına döndü ve yürüyüp gitti. Pelerini gözden kaybolana kadar ona baktım. Kurulan dev çam ağacının üstünde, havada bir büyü yardımı ile duran küçük noel baba figürleri bizi izledi. Hatta bir tanesinin bir göz yaşı damlası büyüklüğünde yapay bir kar topunu Roma'nın arkasından attığını gördüm. Boyutundan bu kadar emin konuşabilmemin sebebiyse yanağımdan akan bir göz yaşıydı.

Eh, en azından bunu o gidene kadar tutabilmiştim.

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin