S E K İ Z

1.2K 159 46
                                    

"Sen iyi misin?"

Altın balıklardan birini beklerken akan dereyi izledim. Gözlerimizi ayırmadan dereyi izlememiz gerekiyordu. Yoksa altın balığı kaçırırdık ki, bu da iksirimiz için gerekli bir malzemeyi kaybetmemiz anlamına geliyordu.

Roma'nın sorusuyla şaşkınca başımı salladım. İyi ya da kötü olmamı umursadığını pek düşünmemiştim. O da bir şey söylemeden balıkları izlemeye döndü. Hava bulutluydu. Derenin yanındaki kayalıklarda otururken sarı yağmur çizmelerimi birbirine sürtüyordum. Roma kapüşonlu sweatshirtünün şapkasını kafasına geçirmiş, dizlerinin üstüne çökmüş yeşil gözlerini suda tutuyordu. Dere hızlıydı. Balıklar da öyle. Fakat parlayan altın sarısı bir balığı görmemiz ne kadar zor olabilirdi?

Ben derenin sol kayalığında, o sağ kayalığın dururken tekrar ona baktım. Aramızda bu dere varken ona baktığımı fark edemezdi herhalde. Yan profili fazlasıyla erkeksiydi. Keskin bir çene yapısı, belirgin elmacık kemikleri, içine çökük yanaklar, çıkık eklemler... Belli belirsiz bir bukle saçlarının arasındaydı. Gözlerini yerdeki dereye dikmişken kirpiklerinin oldukça siyah ve uzun olduklarını da fark ettim. Teni bu kadar soluk ve beyaz olan biri için ne kadar siyah kirpikleri vardı böyle?

Ormanın içinde kuşlar öterken, yapraklar rüzgarla hareket ederken, bu koyu yeşil karanlık ormanda eğilmiş Roma'yı izlemek... bir yandan da bir tabloyu izlemeye benziyordu. Onu tabloya benzettiğim falan yoktu. Yalnızca... onu izlemenin bana verdiği hisler bir tabloyu izlemenin verdiği hislere epey benziyordu.

Kafa karıştırıcı, heyecan verici ve düşünceli.

Dudaklarını aralayıp bir iç çekti. Dik, düz burnunun ucu kırıştı. Burnunu çekiyordu. Hah. Soğuğun yılanlara işlediğini bilmiyordum doğrusu.

"Balığın geleceği yok," diyince hızla gözlerimi tekrar suya çevirdim ve onu izlediğimi görmemiş olmasını umdum. "Üstelik hava kararıyor. Yarın bakarız."

"Hayır! Zamanınız daralıyor, Roma."

Bir şey söylemeyince yüzüne baktım. Yorgun görünüyordu. Gözaltları mosmordu. Ya çok iyi uyuyamıyordu ya da büyülü sodalar dışında da bir şey kullanıyor olmalıydı.

"Yoruldum."

"Tamam, o halde sen git. Ben balığı bulurum."

Başını çevirip ormana baktı. Kaşlarını hafifçe çatıp dereyi izlerken uzun bacaklarını daha rahat bir açıya getirdi. Kalkmıyordu. Benim için sorun yoktu. Balığı bulabilirdim. Kendim de avlayabilirdim. Elimde Sunnifa'nın balıkçı babasından ödünç aldığı büyülü ok vardı. İşim onunla epey kolay olacaktı.

"Olmaz. Seni burada tek başına bırakamam."

Kaşlarımı çatıp dik dik ona baktım. O da bunu fark edince kaşlarını kaldırıp sözsüzce "ne var?" bakışlarını attı.

"Vay," diye mırıldandım. "İçten içe bir centilmen olduğunu kim bilebilirdi?"

"Alakası yok. Sadece ayılara yem olmanı istemem. O zaman ödevi tek başıma yapmak zorunda kalırım."

Gülüp suya biraz daha yaklaştım. Burnum akmaya başlayınca ben de kendi şapkamı kapadım. Gerçekten epey soğumaya başlamıştı hava. "İnsanlara birazcık umurunda olduğunu göstermek seni öldürmez, Vergilius."

Roma omuz silkip elindeki sopayla kayalıklara vurdu. "Bir şeyleri umursayalı epey oluyor."

"Yalnızca on yedi yaşındasın. Nasıl bu kadar negatif olabiliyorsun?"

"Babam Azkaban'da."

"Ve? Babanın her gün acı çektiğini bilmenin ne kadar büyük bir işkence olduğunu tahmin bile edemiyordum fakat Roma, gerçekten belki de hayatına devam edecek bir yol bulmalısın."

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinWhere stories live. Discover now