Y İ R M İ Ü Ç

1K 165 55
                                    

"Yarın gidiyor musun?"

Dinlenme odasına yönelmeden önde merdivenlerin başında durdu. Gözlerini metrelerce yukarıdaki, yer değiştiren basamaklara çevirdi. Hayaletlerin gülüşmelerinin ve fısıldaşmalarının arasında onu duymak için bir adım daha yaklaştım.

"Hayır," dedi. "Birkaç gün daha burada olacağım."

"Selene ve İrlanda işi..."

Sırtını duvara yasladı. Ayakkabılarına bakıyordu. Selene ile İrlanda gezisinden onu alıkoyan tek şeyin gerçekten bugün olanlar olduğundan şüpheliydim. Yine de suçluluk hissediyor gibiydim. Neden böyle hissettiğimi bile bilmiyordum. Sonuçta bana saldıran kişi Selene'di.

"Okulda birkaç gün daha kalıp, sonra Edinburgh'e dönerim. Annemin yanına."

Başımı salladım. Bense yarın gidiyordum. Yani bu, onu dönem başına kadar göremeyeceğim anlamına geliyordu. Tam her şeyi konuşup, düzelttiğimizi düşündüğüm sırada geri dönüp onun yine kafa karıştıran halleriyle başa çıkabilir miydim bilmiyordum. Ona veda etmek istemiyordum. Üstelik... hala bir şeyler yarım kalmış gibi hissediyordum.

"Annen Edinburgh'de değil mi?"

"Hayır. Hindistan'da katılması gereken bir... ritüel vardı. Eski cadı olayları işte. Selene'in annesi ile gittiler. Bu yüzden tatilde Selene'le İrlanda'da olacaktım bir süre. Annem gelene kadar. Fakat şimdi düşününce..."

"Gitmemeye karar verdin."

"Evet."

Işıktan topları tutan, gümüş sarmaşıkları izledim. Hah. Bunlardan bir tane de bizim eve lazımdı. Böylece babam sürekli atan sigortadan şikayetçi olmazdı belki. "Benim yüzümden mi?"

"Hayır, elbette hayır. Yani-" sırtını dayadığı yerden doğruldu. Düşünceliydi. Kendisi de cümleleri çok iyi toparlayamıyor gibiydi. "Evet, bu aramızdaki patlağı veren şey oldu ama Selene son zamanlarda farklı davranıyor. Onunla eskisi gibi konuşamıyorum bile. Garip. Her neyse, onunla Noel tatilinde olmak hem onu hem de beni gerecekti zaten. Kavga etmeden duramıyor. Böylesi daha iyi oldu."

"Noel'de yalnız mı kalacaksın?"

Hiçbir şey söylemeden gözlerime baktı. Galiba ben ona söyledikten sonra o da bunun farkına varmıştı. Yavaşça alt dudağını çiğnedi. "Ah... Sör Luther da benimle olacak." Başıyla bizi izleyen hayaletlerden birini gösterdi. Gülmeden edemedim ama içten içe onun burada yalnız kalması fikri beni rahatsız etmişti. Kim Noel'i tek başına geçirirdi ki? Selene gibi biri bile bunu hakketmiyordu.

"Bu... üzücü bir haber."

Omuz silkip, bir önemi yokmuş gibi gülümsedi. "On yediyim, Bell. Yedi değil. Hiçbir zaman kalabalık bir Noel geçirmedim. İyi olacağım."

Derince iç çektim. Aklımı kurcalayan bir öneri vardı. Söyleyip söylememekte emin değildim. Yani, kibarlık etmek için söylenebilirdi belki de. Beklenirdi değil mi bu? Yani ona benimle- bizimle Noel'i geçirebileceğini söylemek? Gayet dostane bir davranış olurdu herhalde. Hem zaten kabul edeceği falan da yoktu. Bu kadar stres yaptığıma inanamıyordum. Yalnızca söyleyip, kurtulmam gerekiyordu bundan. Ya da belki de görmezden gelmem? Ama bu sefer de vicdan azabı çekerdim. Gerçekten Noel'de bir yetimi tek başına mı bırakacaktım? Bu kadar acımasız değildim.

Diğer yandansa onunla bunu teklif edebileceğim kadar yakın ya da samimi değildik. Garip bir öneri olur muydu, bilmiyordum. Onu fazla önemsediğimi apaçık bir şekilde gösterir miydi? Tanrım... Sadece sor işte!

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinOù les histoires vivent. Découvrez maintenant