O N B E Ş

1.1K 173 34
                                    

"Sana inanamıyorum!"

Sunnifa cumartesi sabahı beni azarlayarak uyandırınca neye uğradığımı şaşırdım. Kendime gelmeye çalışarak Sunnifa'ya baktım. Öfkeli gözleri kafeinden bile daha etkili biçimde açmıştı uykumu.

"Ne?"

"Bizi baloda öylece bırakıp gitmene! Edmund'la kavga ettiğinizi biliyorum ama biliyorsun, o gözde öğrencilerden biri. En önemli etkinliklerden birinde onu tek başına bırakmamalıydın."

Gözlerimi devirdim. Yatağımda doğrulup yağmaya başlamış kara pencereden baktım. Çoktan küçük çocuklar kardan adamlarla kar topu savaşlarına başlamışlardı.

"Bir kere olsun kendi istediğimi yapamayacak mıyım? Sanki benim yerime yüzlerce kız onun için partnerlerini bırakmayacakmış gibi."

"Bell, olay bu değil. Edmund kendini kötü hiss-"

"Evet, evet, evet. Anladık! Edmund'ın gururu incindi çünkü hiçbir kız ona karşı gelemez değil mi? Özellikle de Bell. Çünkü ben çenesini kapatıp, alttan almak zorunda olan kısmım. Benim ne hissettiğim önemli değil."

Sunnifa'nın bakışları yumuşadı. Dün yaptığı ama şimdi bozulan saçlarımı eline alıp doladı. Diğer eliyle de yanağımı tuttu. Bu anaç tavırlarının hep üstümde işe yaradığını bilirdi. "Bell... Böyle hissetmeni anlıyorum. Edmund bazen fazla... baskıcı olabiliyor. Ama anlamıyorsun. Senin için en iyisini istiyoruz."

"Neden anne babam gibi davranıyorsunuz anlamıyorum. Kendim için neyin iyi olduğuna ben karar verebilirim. Beni aptal yerine koyduğunuzu hissediyorum."

"Bell... Bunun doğru olmadığını biliyorsun. Üçümüz arasında en iyi notlara sen sahipsin."

"Evet. Ama nedense En İyi Büyücü Edmund Parkes olarak görülüyor."

Sessiz kaldı. İçten içe onun da aynısını düşündüğünü biliyordum. Ailesi iyi büyücüler olan Edmund'dı. İyi oyuncu, en gözde, en çok lafı geçendi. İnsanların onu yüceltmesine ve ondan liderlik istemesine öyle alışmıştı ki her şeyi kendisinin en iyi bildiğini sanıyordu.

"Bell, sana böyle hissettirdiysem özür dilerim. Gerçekten. Dün olanları anlat şimdi. Edmund'ın içimizdeki en büyük drama kraliçesi olduğunu biliyoruz."

Gülüp yüzümü ovuşturdum. Bir anda olanlar aklıma gelince yüzüme kan hücum etti. Ah. Dün olanlar rüya mıydı yoksa gerçekten de olmuş muydu? Karnım büzüşmeye başladı. Ağzımı açtım fakat konuşamadım. İstemeden gülmeye başladım.

"Sunnifa... olanlara inanamayacaksın."

Ona önce Edmund'la olan kavgamızı anlattım. Elbette benim tarafımdan dinledikten sonra bana hak verdi. Edmund'a da epey kızdı. Fakat Roma kısmı geldiğinde bir an nefes almayı unuttuğunu düşündüm. Sonunda kahkaha attı.

"Tanrım! Dumbledore adına... Bu belki de hayatımda duyduğum en romantik şeylerden biri."

"Bunu Edmund'a söyleyemezsin. Kimseye söyleyemezsin."

Başını iki yana salladı. Gözleri hala hayretle parlıyordu. "Vay canına. O buz dağının aslında yumuşak bir ayıcık olduğunu kim bilebilirdi?"

Eh çok da haksız sayılmazdı. Ben de hala epey şaşkındım. Roma'nın yanında anlamsız heyecanlanmalarım ve onu bir türlü aklımdan atamayışımın nedenleri biraz daha açığa çıkmıştı şimdi.

Ama çok saçmaydı. Benden nefret ettiğinden bu denli eminken bir anda kendimi onun kollarında bulmak biraz utanç vericiydi. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum.

The Poison of Innocence // Hufflepuff+SlytherinWhere stories live. Discover now